Doğal kaynakların Küresel Etkileri konu Anlatımı
ÇEVRE SORUNLARININ
SINIFLANDIRILMASI
Çevre sorunlarının ortaya çıkmasındaki başlıca etken insan
faaliyetleridir. Hızla artan Dünya nüfusu, plansız sanayileşme sağlıksız
kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi arttırmak amacıyla
kullanılan tarım ilaçları, yapay gübreler ve artan kimyasal madde kullanımı
çevre kirliliğine neden olarak çevresel sorunların ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak kirlenen hava, su ve toprak canlıların
yaşamını olumsuz etkileyecek boyutlara ulaşmıştır.
Genel olarak çevre sorunları, insanların yaşadıkları hayat
ortamının doğal yapısını tahrip etmektedir. Bu tahribat nüfusun fazla olduğu
alanlarda daha hızlı gerçekleşirken, nüfusun az olduğu alanlarda daha yavaştır.
Çevre Sorunlarına Neden Olan Olaylar;
Hızlı Nüfus Artışı
Savaşlar
Atmosferik Olaylar
Doğal Afetler
Atıklar
Sanayileşme
Nükleer Denemeler
Şehirleşme
KÜRESEL ÇEVRE
SORUNLARI
Küreselleşme neticesinde çevre sorunları bölgesel problem
olmaktan çıkıp uluslar arası çapta ortak problemlere dönüşmüştür.
Dünyayı ve insanlığın geleceğini tehdit eden en önemli çevre
sorunları arasında;
Asit yağmurları
Ozon tabakasının delinmesi
Küresel ısınma
Orman tahribi
Erozyon
Hızlı nüfus artışı
Çevre kirliliği gibi
sorunlar gelmektedir. Bu sorunların ortaya çıkışında en önemli faktör insan faaliyetleridir.
İnsan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan çevre sorunları, doğaya bırakılan
atıkların, çevrenin kendini yenileyebilme kapasitesini aşmaktan
kaynaklanmaktadır.
Dünya üzerinde varlığını sürdürebilmeyi amaçlayan insanlığın
yapması gereken, çevrenin sürdürülebilirliğini sağlamak ve var olan sorunların
çözüme kavuşturulması için uluslar arası diyaloğun oluşturulabilmesi yolunda
adımlar atmaktır.
A- KÜRESEL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Küresel Isınmanın Nedenleri
Dünya, enerjisinin büyük bir bölümünü fosil
yakıtları yakarak sağlamaktadır .Sadece petrol değil, kömür ve doğal gaz da dahil. Bu yanma sonucunda karbondioksit açığa
çıkmaktadır. Karbon, yüz milyonlarca yıldır yeryüzündeki fosil yakıtlarda
depolanmıştır. Özellikle son yüzyılda, büyük miktarlarda fosil yakıt yakılması
sonucu, açığa çıkan karbondioksitte de artış olmuştur. Bütün karbondioksit
atmosferde kalmaz; bir kısmı okyanus ve göl sularında çözünür ve bir kısmı da,
kalsiyum ve magnuzyum karbonat formunda
kayaya dönüşür. Fakat ölçümler, atmosferdeki karbondioksit miktarının her yıl yavaşça arttığını göstermektedir.
Atmosferdeki karbondioksit miktarının artışı, önemli
bir problemi de beraberinde getirmektedir. Karbondioksitin görünür ışığa karşı
geçirgenliği vardır, fakat kızıl-ötesi ışığı emer. Dünyanın güneşten aldığı
enerji, çoğunlukla görünür ışık formundadır. Atmosferdeki karbondioksit,
görünür ışığa karşı geçirgen olduğu için, enerji direkt olarak yeryüzüne
ulaşır. Fakat yeryüzünden yansıyan ışık genelde kızıl-ötesi formundadır ve
atmosferdeki karbondioksit tarafından emilir. Karbondioksit molekülü bu
enerjiyi tutmaz ve bütün yönlere olmak üzere tekrar yayar ve böylece, bir
kısmını yeryüzüne geri göndermiş olur. Karbondioksitin etkisi, güneşten gelen enerjinin
yeryüzüne ulaşmasını engellemek şeklinde değil, fakat bu enerjinin bir kısmının
uzaya geri gitmesini önlemek şeklindedir. Bu sürece, sera etkisi denmektedir.
Küresel
Isınma ve Türkiye
Türkiye’nin
küresel ısınmaya sebep olan karbondioksit ( CO2 ) emisyonu üretme
bakımından kişi başına düşen sorumluluğu diğer OECD (The organization for
Economic Cooperation and Development) ve Avrupa Birliği ülkelerine göre daha azdır.
Türkiye’nin iklim değişikliği ile ilgili seçilmiş
göstergelerine bakıldığında;
2001yılında yapılan bir araştırmaya göre;
TURKIYE;
Dunya nüfusunda %1.10, ekonomisinde %0.68, enerji tüketiminde %0.86 paya sahip
bulunmaktadır. Türkiye’de de kişi başına enerji tüketimi diğer gelişmiş
ülkelerle karşılaştırıldığında düşüktür ve buna bağlı olarak Türkiye’nin kişi
başına yılda 0.8 ton olan karbon eşdeğeri karbondioksit emisyonu düzeyi dünya
ve OECD ortalamalarının altındadır. Dolayısıyla, kişi başına az üretebiliyor ve
az enerji tüketiyor konumdadır.
Türkiye kalabalık nüfusuna rağmen ekonomisinin küçük olması nedeni ile,
karbondioksit emisyonları açısından, hem toplam, hem de kişi başına yıllık
değerlerleriyle, OECD ülkeleri arasında arka sıralarda yer almaktadır
Türkiye'nin kişi başına Elektrik tüketimi de aynı
şekilde, OECD ülkeleri arasında sonuncu gelmektedir.Türkiye, 1999 yılına ilişkin temel CO2 göstergeleri açısından, dünya ülkeleri arasında, toplam CO2 salınımında 23., kişi başına CO2 salımı açısından 72., CO2 salınımının gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranında 54. ve CO2 salımının satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış GSYİH’ye oranında ise 46. sırada yer almaktadır.
Küresel Isınmanın Sonuçları
Gezegenimizin ortalama küresel sıcaklığı 1800’den bu
yana 0,4 ilâ 0,8 oC artış göstermiştir. Şayet minimum ve maksimum Sıcaklık değişim derecelerini
daha yakından (günlük, aylık ve yıllık olarak) incelersek, gezegenimizin küresel ısınmasının, maksimum
sıcaklıklardaki değişimlere değil, iki kat hızlı artmış olan minimum
sıcaklıklardaki yükselişe bağlı olduğu görülebilir.
Buzullarla alakalı olarak küresel ısınmanın sonuçları
;
Kutup buzullarına ilişkin olarak, en azından
güvenilir verilerin elde edilebildiği 1970’ten bu yana, küresel sıcaklık artışı
ile buzların erimesi arasında kesin bir ilişki görülememektedir.Ancak küresel
ısınmanın, buzulların erimesinde önemli bir faktör olduğu düşünülmektedir.
Orta enlemdeki buzullar göz önüne alınacak olursa,
bunlar, Hacim ve alan olarak küçülme
eğilimindedir. Özellikle kuzey yarımkürede, yüksek dağlardaki buzullarda ve
orta/alçak enlemlerdeki sıradağların buzullarında bu durum çok açıktır. Mevcut
hızla giderse, yüksek dağlardaki buzullar bu yüzyıl sona ermeden yok olabilir.
Yağış, kuraklık ve olağanüstü
meteorolojik olaylar açısından küresel ısınmanın sonuçları ;
Yıllık toplam yağış miktarına bakıldığında, şiddetli
yağışların özellikle kuzey yarımkürede ve orta/alçak enlem bölgelerinde arttığı
açıktır.
Ne var ki, güney yarımkürede önemli bir değişim
kaydedilmemiştir. Kuraklıktaki artış özellikle 1970’ten beri ciddi şekilde
kötüleşmiş olan Sahra’nın güneyindeki Sahel bölgesinde, Güney Afrika ve Doğu
Asya’da aşikârdır. Kuraklıkların sıklığındaki artış, Güney Avrupa ülkeleri (İspanya,
Güney İtalya, Yunanistan, Türkiye) ve ABD’nin güney kısımları gibi bölgelerde
de yaşanmaktadır.
Aşırı yağışı (şiddetli seller), aşırı uçtaki
sıcaklıkları (hem sıcak, hem soğuk) ve fırtınaları (hortumlar, kasırgalar vb.)
birbirinden ayırt etmek gerekir. Bugüne kadarki aşırı yağışlarla ilgili olarak,
IPCC çalışmaları yıllık toplam yağış miktarının arttığı bölgelerde şiddetli
sellerin de artmış olduğunu göstermiştir. Bu bölgelerde genellikle yağış daha
şiddetli ve daha kısa süreli olma eğilimindedir. DoğuAsya bölgelerinde yıllık
toplam yağış miktarı azalıyor olmasına rağmen, aşırı yağışlar ve seller
yükseliştedir.
Aşırı uçtaki sıcaklıklar göz önüne alındığında,
mevcut veriler en düşük sıcaklıkların sıklığında bir düşme olduğunu gösteriyor.
Fırtınalar ayrı olarak ele alınmalıdır. Küresel
olarak, tropikal hortumların (ve akraba fırtınaların: boralar, tayfunlar,
kasırgalar vb.) sıklığında veya tropik bölgelerin dışında gerçekleşen hortumların
sıklığında bir artış olduğu kesin değildir. Fakat bunların sebep olduğu
hasarların artmış olduğu gözlenmektedir. Bu durumda, fırtınaların sıklığı
değişmemiş olsa bile, yoğunluk ve tahribatlarının artmakta olduğu
görülmektedir.
Çok değişken bir olgu olan yağış rejimi
değişikliklerinin değerlendirilmesi, on yılların veya grup halinde birkaç
onyılın ele alındığı zamana bağlı ortalamalar ve mekâna bağlı ortalamalar göz
önünde bulundurularak yapılmalıdır. 20 yıllık dönemler dikkate alındığında,
2060-2080 periyodunda küresel yağış ortalaması %2,4’lük bir artış göstererek
büyüme eğiliminde olacaktır. Aynı dönemde atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu
iki katına çıkacaktır.
Bu artış orta ve yüksek enlemlerde daha fazla, düşük
enlemlerde daha az olacaktır (hatta buralarda azalışlar bile görülebilir).
Olağanüstü yağış şiddeti, küresel yağış ortalamasının artışı ile birlikte, daha
da artacak ve olağanüstü olayların olasılığı da artış eğiliminde olacaktır.
Deniz Seviyesi Yükselmesinde
küresel ısınmanın rolü ;
Geleceğe ilişkin projeksiyonlar, küresel deniz
seviyesinin 2090 yılında minimum yaklaşık 20 cm, maksimum yaklaşık 50 cm
yükseleceğine işaret ediyor. Aslında eğer küresel sıcaklık ortalaması 2oC’den fazla artarsa, 2100
yılından itibaren maksimum yükselme 75 cm’ye ulaşabilir.Okyanusların ısıl genişlemesi,
orta ve alçak enlemlerdeki buzulların erimesi ve kutuplardaki buz tabakalarının
erimesi dahil olmak üzere birçok faktör deniz seviyesinin yükselmesine katkıda
bulunuyor.
Deniz seviyesindeki yükselmenin başlıca nedeni
okyanusların ısıl genleşmesidir. Deniz seviyesindeki yükselme yerkürenin
değişik bölgelerinde farklılıklar gösterir. Akdeniz’de bu artışın, 2090 yılı
itibariyle 20-30 cm arasında olacağı öngörülüyor. Bununla birlikte, bu yüzyıl
sona ermeden bir metre yüksekliğindeki bir Sel, bütün metro ağı ve üç ana havaalanı dahil olmak
üzere New York’un büyük bir bölümünü sular altında bırakabilir. OECD hasarın
970 milyar dolar olabileceğini hesaplıyor. Bangladeş, Çin, Mısır ve Nijerya’nın
yoğun nüfusa sahip nehir deltalarının tümü deniz seviyesinin altındadır ve sel
riskiyle karşı karşıyadır. zarar ölçülemeyecek
boyutlarda olabilir.
Tarım açısından küresel ısınmanın sonuçları ;
Atmosferde karbondioksitin artması kuzey ve orta
Avrupa’da tarımsal üretkenliğin artmasına sebep olacaktır. Diğer taraftan güney
Avrupa’da, suyun ulaşılabilirliğindeki azalış ve sıcaklık artışı tam tersi bir
etki yaratacak gibi görünüyor. Bütün olarak ele alındığında, Avrupa’da toplam
tarımsal üretkenlik kayda değer bir değişim yaşamayacaktır, ama farklı bir
dağılım gözlenecektir. Aslında bunun kuzeydeki etkisi Pozitif olabilir ve Güney
Avrupa’daki bütün Negatif etkileri
dengeleyebilir.
Canlı Türleri Açısından Küresel Isınmanın Sonuçları
Özellikle Güney Avrupa ve Akdeniz bölgesinde sel riski
kadar, Su kaynaklarında kıtlık
riski de artacaktır. İklim değişiklikleri Kuzey ve Güney Avrupa arasındaki
farkları daha da öne çıkaracak, kuzeyde çok fazla su birikirken güneyde
yeterince olmayacak.
Toprak kalitesi bütün Avrupa’da bozulmaya
başlayacak. Kuzeyde bozulma büyük ölçüde yüksek yağış miktarı ve artan sel
riskiyle oluşan Toprak kaymalarına bağlı
olacaktır. Güneyde ise bozulmaya, düşük yağış ve artan kuraklık riskine bağlı
toprak kayması ve besin kaybı yol açacaktır.
Ortalama sıcaklığın yükselmesi ve atmosferdeki
karbondioksit yoğunluğunun artması, doğal ekosistemlerin dengesini
değiştirebilir, hatta gördüğümüz tüm manzarada değişikliklere yol açabilir.
Muhtemelen, orta enlemlerdeki kozalaklı Ağaç ormanları ve tipik
kuzey ormanları şu anda yüksek Avrupa enlemlerinde bulunan tundraların yerine
geçerken, Akdeniz ekosistemi ve Bitki örtüsü de Orta
Avrupa’da görülmeye başlayacak. Akdeniz bölgesinde, orman yangınlarında artma
eğilimi gözlenirken, bugünkü ekosistemin ve Canlı çeşitliliğinin
bütünüyle kaybedilme riski de belirecek. Bu değişimlerin sonuçları, aynı
zamanda faunayı özellikle de göçmen faunayı etkileyecek.
B- ASİT YAĞMURLARI
Asit yağmurları, fosil yakıtların yakılmasıyla oluşan yağışlardır.
Özellikle endüstriyel faaliyetlerin ve enerji tüketiminin fazla olduğu yerlerde
yakılan, kömür ve petrol gibi fosil yakıtlardan, azot ve kükürt gazları açığa
çıkmaktadır. Oluşan bu gazlar bulutlardaki su buharıyla tepkimeye girerek
sülfürik ve nitrik asitleri ortaya çıkarmakta oluşan bu asitler ise kar,
yağmur, çiğ ve sis gibi doğal olaylar sonucunda yeryüzüne ulaşmaktadır. Normal
koşullar altında oluşan yağmurların pH değeri 5.6’dır. Bunun altında bir değere
sahip olan yağış asit yağmuru olarak adlandırılır.
Asit yağmurları, özellikle sanayi devriminden sonra kükürt ve azot
gazlarının atmosferde hızla birikmesiyle etkisini hissettirmeye başlamıştır.
İlk olarak ise 1852 yılında sanayinin beşiği olan ingiltere’de Robert Angus
Smith adındaki bilim adamı asit yağmurları ile hava kirliliği arasındaki
ilişkiyi fark etmiş ve sanayinin bu yağışları tetiklediğini ortaya koymuştur.
Bu yağışlar sadece oluştuğu bölgeyi etkilememektedir. Öyleki Çin, Doğu Avrupa,
Rusya gibi bölgelerde fosil yakıtların aşırı şekilde kullanılması atmosfer
hareketleri sonucunda bir çok ülkeyi etkilemektedir. Bu nedenle 1997 yılında
160 ülkenin katılımıyla Kyoto Protokolü imzalanmıştır ve bu protokola göre her
ülke azot ve karbon salınımını 1990 yılındaki düzeylere düşürmek zorundadır.
Ancak Çin Halk Cumhuriyeti bu protokola sıcak bakmamaktadır. Çünkü sanayi Çin
ekonomisi açısından çok önemlidir. Çin’den yayılan azot ve kükürt gazları
atmosfer hareketleri sonucunda Japonya’ya asit yağmurları olarak düşmektedir ve
Japonya tarımı bu yağışlardan zarar görmektedir. Bundan dolayı Japonya her yıl
ücretsiz olarak Çin’e fabrikalar için baca filtresi vermektedir.
Bu yağışlar, fabrika, motorlu araçlar, termik santraller gibi insan
faaliyetleri sonucunda oluştuğu gibi yanardağ faaliyetleri gibi doğal olaylar
sonucunda da meydana gelir.
Asit Yağmurlarının Etkileri
Asit yağmurları, tüm çevreye zarar vermektedir ancak bundan en çok
etkilenen ormanlar ve tarım alanlarıdır. Bu yağışlar toprağın yapısındaki
magnezyum ve kalsiyum gibi bitki gelişiminde önemli olan elementleri yıkayarak
derinlere taşınmasına sebep olur. Bunun sonucunda ağaçlar ve diğer bitkiler
topraktan yeteri kadar faydalanamaz ve kurur.
Asit Yağmurlarının Etkileri Genel Olarak Şunlardır;
o
Göllere ve akarsulara düşen asit yağmurları, sudaki asit dengesini bozar ve
balıkları etkiler. Balıkların bu durumdan etkilenmesi besin zinciri yoluyla
bizleri de etkilemektedir.
o
Havada bulunan sülfat solunum yoluyla alınmakta ve bronşit, astım, kanser
gibi çeşitli hastalıklara neden olmaktadır.
o
Topraktaki alüminyumun çözülmesine neden olur ve ağaç köklerinin
besinlerden faydalanmasını engeller.
o
Mermer, kumtaşı veya kireçten yapılan ve içerisinde kalsiyum karbonat
bulunduran tarihi eserlere zarar vermektedir.
Asit Yağmurlarının Etkisini En Aza İndirmek İçin
Alınabilecek önlemler;
o
Enerji üretiminde kullanılan termik santrallerin yerine, yenilenebilir
enerji kaynaklarının kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. (Güneş Enerjisi,
Jeotermal Enerji, Rüzgar Enerjisi vs.)
o
Orman yangınları engellenmeli, yeşil alanlar yaygınlaştırılmadır.
o
Şehir içi ulaşımlarda özel araçların yerine toplu taşıma araçları
kullanılmalıdır.
o
Havayı olduğundan fazla kirleten kaçak kömür kullanımının önüne
geçilmelidir.
o
Endüstriyel tesislerinin bacalarına filtre takılmalıdır.
o
Araçların bakımı zamanında yapılmalıdır.
C-
OZON SEYRELMESİ
Atmosferin stratosfer tabakası içinde yeryüzünden
yaklaşık 20 km ile 50 km arasındaki yükseklikte kalan bölümde ozon gazı
bulunur. Bu bölüme, ozon gazının yoğun olarak bulunması nedeniyle ozon tabakası
denir. Bu tabakanın en önemli işlevi, Güneş' ten gelen mor ötesi ışınların,
canlılar için zararlı olan büyük bir kısmını absorbe ederek yeryüzüne
ulaşmasını engellemesidir.
Son yıllarda yapılan araştırmalarda ozon tabakasının
inceldiği tesbit edilmiştir. Bunda en büyük etkenin sanayide kullanılan
kloroflorkarbon gazlarının atmosferdeki oranının artmasıdır. Bu gazlar, ozon
gazının bileşimini bozmakta ve zamanla tabakanın işlevini azaltmaktadır. Yine
yapılan araştırmalarda ozon tabakası-nındaki moleküllerin % 1 oranında
azalması, mor ötesi ışınların yeryüzüne ulaşmasını % 2 oranında artırmaktadır.
Böyle bir durumun artarak devam etmesi sonucunda cilt kanseri ve çeşitli göz
hastalıkları artacaktır. Ayrıca bu ışınların etkilerine fazla dayanamayan tarım
ürünlerinde verim düşüşü olacaktır. Yine sularda bulunan ve balıkların besin
kaynağı olan planktonların azalmasıyla su ürünleri üretiminde düşüşler görülecektir.
Sonuç olarak, ozon tabakasının doğal yapısının bozulmasıyla,
yeryüzündeki ekolojik denge büyük oranda etkilenecektir.
Atmosferde bulunan ozon tabakası çeşitli etkiler sonucu incelmektedir bu
incelme delinme olarak adlandırılıyor.Ozon tabakasındaki incelmenin sebebi
kloroflorokarbonlar (CFC) dır.
Ozon deliği gerçek bir delik değildir. Ozon tabakasındaki bir incelmedir.
Bu ozon tabakası gittikçe inceliyor anlamındadır. Bunun sebebi bizlerin havaya
saldığı kimyasallardır. Bu kimyasallar günlük yaşamımızda kullanırlar ve ozon
tabakasına zarar verirler.
Ozon Tabakasına Zarar Veren Kimyasallar
Kloroflorokarbonlar (CFC’ler), genel olarak klima sistemlerinde,
buzdolaplarında köpük üretiminde (örneğin yataklar için) kullanılır.
Halonlar, yangın söndürme cihazlarında kullanılır.
Metil bromid, tarımda böcek ilacı olarak kullanılır.
Ozon Tabakası Neden Delinir
Modern cihazlar ozon tabakasındaki incelmeyi belirleyebilmektedir. Ölçümler
Güney Kutbundaki (Antartika) incelmenin Kuzey Kutbuna göre daha büyük olduğunu
göstermiştir. Ozon tabakasındaki bu incelme bir şey yapılmazsa daha da
büyüyecektir. Ozon tabakasında incelme küresel bir problemdir. Ozon
tabakasındaki incelme problemine herkesin duyarlı olması ve zararlı
kimyasalları artık daha fazla kullanmamasıyla ozon tabakasının iyileştirilmesi
mümkün olabilecektir. Ozon Tabakasındaki İncelmenin Sonuçları Ozon deliğinin
ana sonucu yeryüzüne daha fazla UV ışınının (özellikle çok tehlikeli olan UV-B)
ulaşmasıdır. UV ışınları güneş yanıklarına, deri kanserine sebep olabilir,
gözlere zarar verebilir (katarakt) ve insanlarda bağışıklık sisteminin
zayıflamasına neden olabilir. Bilindiği gibi bağışıklık sistemi hastalıklara
karşı koymamızı sağlayan bir sistemdir. Bu sistem zayıfladığı zaman
hastalıklarla savaşma yeteneğimiz de zayıflamış olacaktır. UV ışınları sadece
sağlığımızı etkilemekle kalmaz çevre üzerine de olumsuz etki yapabilir.
Tarımsal üretimi azaltabilir, ayrıca deniz besin zincirini bozarak balık
nüfusunu etkiler.
Ozon Tabakası Neden Delinir
Ozon molekülleri atmosferde bulundukları yere göre farklı karakteristik
özellikler gösterirler. Stratosfer tabakasındaki ozon canlılar için yararlı
olup, buna karşılık dünya yüzeyine yakın atmosfer tabakasında (troposferde)
bulunan %10 oranındaki ozonun yıkıcı etkisi bulunmaktadır. rnrnAtmosferdeki
diğer moleküllerle reaksiyona giren ozonun, bitki ve hayvanların canlı
dokularına çeşitli zararları bulunmaktadır. Atmosferdeki ozonun yaklaşık %90'ı
yeryüzünden itibaren 10-40 km. arası yükseklikte ve stratosfer tabakasında
bulunur. Bu bölgedeki ozonun özelliği; tüm canlı varlıkları, doğal kaynakları
ve tarımsal ürünleri olumsuz yönde etkileyen ultraviole (UV) ışınlarını absorbe
etmesidir. Ozon yoğunluğunun ultraviole ışınlarını tutma görevini yapamayacak
kadar azalması, "ozon tabakasının delinmesi" olarak adlandırılmaktadır.
Ozon tabakasının incelmesi sonucunda; UV-b radyasyonu artmakta ve insanların
bağışıklık sistemleri zarar görmekte, görme bozukluğuna ve deri kanserine yol
açmaktadır. rnrnOzon tabakasının incelmesine sebep olan ve kloroflorokarbon
ihtiva eden maddelerin başında klor türevleri, plastik köpükler (strafor),
spreyler, aerasoller ve yangın söndürücüler gelmektedir.
TEKNOLOJİK
GELİŞMELERİN ORTAYA ÇIKARDIĞI ÇEVRE SORUNLARI NELERDİR?
Dünya nüfusunun her geçen yıl artması,
insanları beslenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını gidermek için
değişik yollar aramaya zorlamıştır. Mevcut Dünya topraklarından daha çok verim
elde etmek ve zamanda tasarruf etmek zorunlu hâle gelmiştir.
Sanayi Devrimi'nin gerçekleştirilmesiyle
başlayan makineleşme süreci, gelişen teknolojiyle birlikte birçok alanda
yaygınlaşmıştır. Sanayileşmenin ürünü olan makineler, insanların doğal çevreyi
değiştirme sürecini hızlandırmıştır. Bu süreç içinde doğal dengenin bozulması
çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir.
A. SU KİRLENMESİ
İnsanlar tarafından kaynaklanan etkiler
sonucunda istenmeyen zararlı maddelerin suyun niteliğinin bozulmasını
sağlayacak oranda ve miktarda suya karışmasıyla su kirliliği oluşur.
Su kirliliğinin başlıca kaynakları;
konutlar ve sanayi kuruluşlarından çevreye verilen kirli sular, gübreleme ve
ilaçlama faaliyetleri sırasında tarım alanlarından yer altı sularına karışan
kimyasal maddeler ve nükleer santrallerden çıkan sıcak sulardır.
Su kirliliği, insanlar ve özellikle
sularda yaşayan canlılar için potansiyel bir tehlikedir. Sanayi kuruluşları ve
termik santrallerde soğutucu olarak kullanılan sular, bu işlevi gördükten sonra
çevreye yüksek sıcaklıkta sular olarak salınmaktadır. Bu durum, sularda yaşayan
canlıların ölmesine yol açmaktadır.
Ayrıca sulara karışık kurşun ve amonyak
gibi maddeler çeşitli hastalıklara neden olur. Bu maddeler beyin böbrek,
karaciğer, mide, bağırsak ve kemik iliği gibi organlarda tahribata yol açar.
Buna bağlı olarak bulantı, kusma, mide ağrıları gibi rahatsızlıklara neden
olur.
Yine bol miktarda fosfor içeren deterjanlı
sular ile gübre çözeltilerindeki azot ve fosfor gibi maddeler akarsulara,
göllere karıştığında yosun türü bitkilerin aşırıüremesine neden olmaktadır.
Aşırı gelişme gösteren bu tür bitkiler, sulardaki oksijeni fazla tükettiğinden
balıkların ölümüne neden olur. Bunun yanında denizlere, göllere ve akarsulara
atılan çöpler de balıkçılık ve turizm gibi faaliyetleri olumsuz etkiler.
B.TOPRAK KİRLENMESİ
insanlar tarafından toprağın içine ya da üzerine
bırakılan ya da başka şekillerde toprağa karışan zararlı maddelerin toprağın
niteliğini bozmasına toprak kirliliği denir. Toprak kirliliğine yol açan
başlıca faktörler; sulardan toprağa karışan maddeler, hava yoluyla gelen maddeler,
tarım alanlarında kullanılan ilaç ve gübrelerden kaynaklanan kimyasal maddeler
ile kentsel katı ve sıvı atıklardır.
Fabrika bacalarından havaya karışan
çeşitli gazlar, asit yağışları hâlinde yeryüzüne düştüğünde toprağa karışarak
verimini düşürür. Yine tarımsal ilaçların ve kimyasal gübrelerin
çözeltileriyle sanayi tesisleri ve kentsel atıkların karıştığı sular, toprağa
temas ettiğinde kirliliğe neden olur. Toprağa çeşitli yollarla karışan ağır
metaller (kurşun, çinko, cıva vb.), bitkiler yoluyla bitkileri tüketen insan
ve hayvanlara geçebilmektedir. Bu durum, çeşitli hastalıklara neden olmaktadır.
C. HAVA KİRLENMESİ
Atmosferde toz, duman, gaz, koku ve su buharı şeklinde
bulunabilen maddelerin, insan ve diğer canlılara zarar verebilecek miktarda
yükselmesine hava kirliliği denir. Hava kirliliğini oluşturan unsurlar içinde
zarar derecesi en yüksek olan karbon monoksit gazıdır. Bu nedenle, bu gazın
havadaki miktarı çoğunlukla hava kirliliği için bir ölçü kabul edilmektedir.
Karbon monoksit gazı atmosfere karıştığında, su buharı ile birleşerek asit
hâline dönüşmektedir. Solunumla doğrudan alındığında, solunum organlarındaki
nem ile birleşerek yine asit hâline dönüşebilmekte ve çeşitli hastalıklara yol
açmaktadır. Ayrıca bitkilerde bazı enzimlerin bileşimini ve madde alışverişi
süreçlerini bozar. Böylece yapraklarının sararmasına ve bitkinin tamamen
ölmesine neden olur. Günümüzde Avrupa Kıtası gibi sanayileşmiş bölgelerdeki
ormanlarda görülen bitki ölümlerinin temelinde bu olay yatmaktadır.
Günümüzde sanayi faaliyetlerinin, nüfus ve
trafik yoğunluğunun şehirlere göre farklılık göstermesi, hava kirliliğinin de
şehirlere göre değişik şekillerde görülmesini sağlamıştır. Örneğin, sanayi
tesisleri ile binaların ısıtılmasında kullanılan fosil yakıtların yanması sonucu
çıkan gazların oluşturduğu dumanın sisle karışmasıyla oluşan hava kirliliği
örneği Londra'da ortaya çıkmış ve bu nedenle bu tür hava kirliliğine Londra
tipi kirlilik denilmiştir. Bu tür hava kirliliği görüldüğü şehirlerde; cilt ve
gözlerde tahrişe, bronşit ve amfizem gibi solunum yolu hastalıklarına neden
olur. Asit yağmurları sonucu zamanla toprağın verimsizleşmesine yol açar.
Araçların egzozlarından çıkan gazların güneşışınlarının etkisiyle
karbondioksite dönüşmesi şeklinde hava kirliliği ise okyanustan nemin de
etkisiyle ilk kez Los Angeles şehrinde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Los Angeles
tipi kirlilik olarak adlandırılan bu hava kirliliği de yine çeşitli cilt, göz,
solunum yolu, kalp ve damar hastalıklarına neden olmaktadır.
D. NÜKLEER (RADYOAKTİF) KİRLİLİK
Uranyum ve toryum gibi elektron yayan maddelerin
doğal denge hâlindeki diğer maddelerin atom yapılarını bozmasına nükleer
(radyoaktif) kirlilik denir. Bu kirlilik radyoaktif maddelerin hava, su ve
toprağa karışmasıyla gerçekleşir. Nükleer kirlenmenin başlıca kaynakları;
nükleer enerji santrallerinden gelen radyoaktif atıklar, nükleer denemeler ve
nükleer silah üreten tesislerdir. Bu kaynaklardan çevreye yayılan radyoaktir
maddelerin etkileri yıllarca sürmektedir. Havaya, suya ve toprağa karışan bu
maddeler besin zinciri yoluyla bitkilerden hayvanlara ve insanlara geçmektedir.
Böylece canlı sağlığını çok uzun vadede etkilemektedir.
E. BESİN KİRLENMESİ
Günümüzde artan çevre kirliliğiyle birlikte gıda
maddelerinin hijyeni önemli bir hâl almıştır. Fabrikalarda gıda üretimi
sırasında hijyen konusuna dikkat edilmemesi çeşitli hastalıklara neden
olmaktadır. Tarım ürünlerinde biriken tarımsal ilaçlar doğrudan ya da dolaylı
olarak besin zinciri yoluyla insanlara geçebilmektedir. Yine balıkların
bünyesinde bulunan kirli sulardan kaynaklanan kimyasal maddeler, besin zinciri
yoluyla insanlara geçebilmektedir.
F. GÜRÜLTÜ (SES) KİRLİLİĞİ
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte artan diğer
bir çevre sorunu da gürültü kirliliğidir. İnsanları rahatsız eden ve sağlığı
etkileyen seslerin bütününe gürültü kirliliği denir. Gürültü kirliliğinin
oluşumunda etkili olan başlıca faktörler; ulaşım araçları, sanayi kuruluşları,
atölyeler ve çeşitli araçlardır.
Gürültü kirliliği insanlarda fiziksel,
fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklara neden olmaktadır. Yapılan araştırmalarda
gürültünün kılcal damarların daralmasına, kan basıncının artmasına, kulak ve
beyin iltihaplanmalarına, kalp atışı, kan dolaşımı ve solunum rahatsızlıklarının
oluşmasına neden olduğu görülmüştür. Bu duruma bağlı olarak insanlarda iş gücü
verimi ve konsantre olma yeteneği azalmaktadır.
G. ELEKTROMANYETİK KİRLİLİK
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanların
yaşam konforu artmış, kullandığı birçok teknoloji ürünü yaşamın parçası olmuştur.
Cep telefonları, bilgisayar, uydu antenleri, televizyonlar, elektrikli cihazlar
gibi aletler yaydıklar elektromanyetik enerjiyle kısa ve uzun vadeli riskleri
de beraberinde getirmektedir.
Bu tür cihazlarla yakın temas sonucunda
insan sağlığında çeşitli sorunlara yol açabilmektedir. Bu etkilerin
başlıcaları; boğazda kuruluk hissi, gözde ağrıları, baş ağrıları, uykusuzluk,
seslere karşı hassasiyet, işitme zorluğu ve yorgunluktur.
SU DÖNGÜSÜNE İNSAN ETKİLERİ
A. TARIMDA SU
KULLANIMININ SUNDÖNGÜSÜNE ETKİLERİ
Kurak ve yarı kurak bölgelerde sulama,
tarımsal üretimi önemli düzeyde artırmaktadır. Bu amaçla büyük bir bölümü yarı
kurak iklim özellikleri gösteren bölgelerde sulama amaçlı büyük yatırımlar
gerçekleşmiş ve yapılmaya devam edilmektedir. Sulama projelerinin yetersizliği
ve yanlış su yönetimi sonucunda su kayıpları artmaktadır. Böylece hem
planlanandan daha küçük alanlar sulanmakta ve hem de aşırı su kayıpları, taban
suyunu yükselterek drenaj ve çoraklık gibi çözümü güç sorunlar ortaya
çıkarmaktadır. Belirtilen koşullarda suyun yüksek randımanla iletilmesi,
dağıtılması ve toprağa uygulanması ile etkin çalışan drenaj altyapıların
kurulması ve işletilmesi, sahip olduğumuz su kaynaklarının verimli kullanımını
sağlayan etkenlerdir.
B. KENTLEŞME VE NÜFUS ARTIŞININ SU DÖNGÜSÜNE
ETKİLERİ
Dünya nüfusunun hızlı bir şekilde artması
ve nüfusun önemli bölümünün kentlerde yaşaması su kaynakları üzerinde önemli
bir etkendir. Dünyada 1940-1980 yılları arasında su kullanımı iki katına çıkmıştır.
Nüfusun hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle
su ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Dünya nüfusunun % 40'ını barındıran 80
ülke şimdiden su sıkıntısı çekmektedir.
Dünyada kentsel nüfusun hızlı bir şekilde
artması beraberinde betonlaşmayı da getirmektedir. Arazinin binalar ve yollar
yapılarak betonlaştırılmasıyla yağış sularının yer altına sızması büyük ölçüde
engellenmektedir. Bu durum bir yandan sel olaylarının artmasına bir yandan da
yer altı su potansiyelinin azalmasına neden olmaktadır.Yine şehirlerde nüfusun
fazla olması nedeniyle yer altı suları kullanımı artmaktadır. Bu durum, yer
altı su seviyesinin düşmesine, özellikle deniz kıyısındaki şehirlerde deniz
suyunun yer altı suyuna karışmasın yol açmaktadır.
C. SANAYİDE SU KULLANIMININ
SU DÖNGÜSÜNE ETKİLERİ
Sanayide su kullanımı, tarımda su
kullanımına göre daha azdır, ancak oluşturduğu kirlilik daha fazladır. Fabrika
atıklarıyla kirlenen su kaynakları, nehirler ve denizler için büyük tehdit
oluşturmaktadır. Sanayide su kullanım oranı, endüstrileşmiş ülkelerde, genel su
tüketiminin % 50 ile 80'i arasında değişmektedir. Kullandığımız
pek çok ürünün üretimi sırasında çok miktarda su harcanmaktadır. Örneğin, 1
otomobil üretmek için 150 ton, 1 ton çelik üretmek için 240 ton ve 1 varil ham
petrolü rafine etmek için 7 ton su kullanılmaktadır.
D. BARAJ VE KANALLARIN SU DÖNGÜSÜNE
ETKİLERİ
Çeşitli amaçlarla akarsular üzerine
yapılan her baraj, yapısı, konumu ve boyutlarına göre değişen oranda, akarsuların
doğal akışlarını ve yapısını değiştirmektedir. Bu durum, suyun kalitesinin
bozulması, canlıların yaşam alanlarının tehlike altına girmesi ve pek çok
canlı türünün bu nedenle yok olması gibi birçok sorunlara yol açmaktadır. Yine
su kaynakları kısıtlı olan kapalı havzalardaki akarsularda inşa edilen
barajlar, suyu havzanın irtifası yüksek noktalarında tutarak havzanın aşağı
kesimlerine olan su akışını azaltmaktadır. Bu durumda, havzanın orta
kesimindeki yer altı sularının aşırı derecede azalmasına ve bazı durumlarda
havzalardaki göllerin kurumasına neden olmaktadır.
E. SULAK ALANLARIN KURUTULMASININ SU DÖNGÜSÜNE ETKİLERİ
Sulak alanlar, insanların tarım
faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi bakımından tercih ettikleri ilk yerleşim
bölgeleri olmuştur. Nüfus artışı ve teknolojik gelişmelerle birlikte yeni
tarım alanları elde etme amacıyla sazlıklar, bataklıklar, taşkın ovaları ve
gölleri kurutulmaya başlanmıştır. Yapılan araştırmalar; yeryüzündeki sulak
alanların % 50'sinin yok olduğunu, Orta Doğadaki sulak alanların % 97'sinin
insan etkinliklerini desteklemek amacıyla kurutulduğunu, su talebinin son 25
yıl içinde % 60 arttığını göstermektedir. Yine Akdeniz ülkeleri sulak
alanlarının % 70'ini kaybetmiştir.
Sulak alanların kurutulduğu bölgelerde su
rejiminde meydana gelen bozulmalar ve iklimsel değişmelerin yanı sıra; bir çok
canlı türünün neslinin tehlikeye düşmesi ya da tamamen yok olması gibi
sorunlar ortaya çıkmıştır. Ayrıca, sulak alanlardan aşırı su kullanımı sonucunda
bu sahalardaki suyun kalitesi ve miktarı azalmakta böylece ekosistemler zarar
görmektedir. Örneğin, Hatay'daki Amik Gölü'nün suyu, 1968 yılında açılan dört
drenaj kanalı ile Asi Nehri'ne boşaltılarak kurutulmuş ve tarım yapılmaya
başlanmıştır. Ancak gölden elde edilen yer, çevreye göre altı metre daha aşağıda
kalmış ve drenaj kanallarının en küçük bir yağmurda dolarak neredeyse eski
hâline dönmektedir. Böylece her yıl on binlerce dönümlük ekili alan sular altında
kalmaktadır. Amik Gölü'nün kurutulması ile birlikte Hatay'ın iklimini de
değiştirmiştir. Bölgede yağışlar düzensizleşmiş ve seller artmıştır.
F. BİTKİÖRTÜSÜNÜN TAHRİBİNİN SU DÖNGÜSÜNE ETKİLERİ
Bitkilerin özellikle ağaçların su
döngüsüne önemli katkıları vardır. Ağaçlar dal ve yapraklarıyla yağış
sularının bir bölümünü tutar ve buharlaşma yoluyla atmosfere geri gönderir.
Ayrıca kökleriyle yağış sularının yüzeyde hızlı bir şekilde akmasını
engelleyerek suların yer altına sızmasını kolaylaştırır. Bu durum yer altı
sularının beslenmesi ve su döngüsünün sağlanması bakımından son derece
önemlidir.
Doğal bitki örtüsünün tahrip edildiği
sahalarda yağış suları hızla yüzeysek akışa geçer. Buna bağlı olarak seller
oluşur. Toprak örtüsü hızla aşınır ve yok olur. Yer altına sızma azaldığından
yer altı su seviyesi düşer.
ATIK
TÜRLERİ VE ÇEVREYE ETKİLERİ
A. KATI ATIKLAR
Günümüzde şehirleşmenin artmasıyla
birlikte özellikle büyük yerleşim birimlerinden insanların karşılaştığı en
büyük çevre sorunu çöplerdir. Evsel katı atıkların bir bölümü organik atıklar
oluştururken, kalan kısmını ise kâğıt, karton, tekstil, plastik, deri, metal,
ağaç, cam ve kül gibi katı atıklar oluşturmaktadır. Katı atıkların türü
şehirlerin ekonomik düzeyine göre değişebilmektedir.
Dünya'da katı atıkların yönetiminin üç
temel ilkesi vardır. Bunlar az atık üretilmesi, atıkların geri kazanılması ve
atıkların çevreye zarar vermeden yok edilmesidir. Çöplerin toplanması,
depolanması veya yok edilmesine kadar tüm hizmetlerin bir plan çerçevesinde
ele alınması ve öncelikle bu atıkların değerlendirilmesi veya geri
kazanılmasına, çevre ile uyumlu atık yönetimi denilmektedir.
Uygun şekilde depolanmamış çöpler yer altı
ve yüzeysel su kirliliğine, haşerelerin üremesine, çevreye kötü kokuların yayılmasına,
görüntü kirliliğine ve çeşitli hayvanlar vasıtasıyla taşıyıcı mikropların
yayılmasına neden olmaktadır.
Katı atıkların yok olma süresi ve çevreye
olan zararları türlerine göre değişebilmektedir. Örneğin; plastik şişeler 1000
yıl, alüminyum kutular 10 - 100 yıl, portakal kabuğu 6 ay, piller 100 yıl,
kâğıt 2 - 5 ay ve cam şişe 4 bin yılda ayrışarak doğaya geri dönmektedir.
Bu maddeler içinde özellikle atık pillerin
çevreye ve insan sağlığına olan zararı çok büyüktür. Pillerin bileşiminde
bulunan cıva, kadmiyum, kurşun, çinko, lityum ve nikel gibi kimyasal maddeler,
pillerin çöplere gelişigüzel atılması sonucunda toprağa ve yer altı sularına
karışmaktadır. Bunun sonucunda toprak zehirlenir ve kullanılama hâle gelir.
Sulardaki ekosistemler etkilenir. Örneğin, bir kalem pil yaklaşık 4 m2 toprağı kirletebilmektedir.
Atık pillerin neden olduğu başlıca hastalıklar sinir sistemi hastalıkları,
kanser, böbrek ve karaciğer hastalıklarıdır.
B. SIVI ATIKLAR
Sıvı atıkların büyük bölümünün atık sular
oluşturmaktadır. Bu sular; evsel, endüstriyel, tarımsal ve diğer kullanımlar
sonucunda kirlenmiş sular, maden ocakları ve cevher hazırlama tesislerinden
kaynaklanan sular ile şehir bölgelerinden gelen kanalizasyon sularıdır.
Sıvı atıkların sularda oluşturduğu
kirlilik ve etkileri fiziksel, kimyasal ve biyolojik olmak üzere üç grupta
görülür. Fiziksel etkiler; suyun sıcaklık, tat, koku özelliklerinin
değişmesidir. Kimyasal etkiler; çeşitli ağır metallerin (kurşun, cıva vb.),
organik ve inorganik maddelerin suda birikmesidir. Biyolojik etkiler ise
organik atıkların etkisiyle suda, oksijeni tüketen algler, bakteriler ve küflerin
oluşmasıdır.
Sulara karışan cıvanın insan ve çevre
sağlığına olan etkileri oldukça fazladır. Suya bağlı besin zehirlenmelerinin önemli
bölümü cıvadan kaynaklanan zehirlenmelerdir.
Örneğin, 1951 yılında Japonya'daki
Minamata Körfezi yakınlarında kurulan plastik fabrikasının atık sularının
körfeze karışmasından bir süre sonra yüzlerce insan ciddi hastalıklara yakalanmıştır.
Bu hastalıkların başlıcaları; kısmi felç, şuur kaybı ve körlüktür. Atık sulara
karışan cıva tabana çöker ve burada bakteriler tarafından çözülür. Daha sonra
sudaki planktonlar cıvayı bünyelerine alır. Planktonlarla beslenen balıklara
oradan da bu balıklarla beslenen insanlara geçer.
C. GAZ ATIKLAR
Gaz atıklar; sanayi tesislerinden,
konutlardan, taşıtlardan, yangınlardan, çöp depolama alanlarından kaynaklanmaktadır.
Gaz atıkların çevre ve insan sağlığına etkileri küresel çevre sorunlarında
işlenecektir.
GERİ DÖNÜŞÜM
Dünya nüfusun hızlı bir şekilde artması ve
teknolojik gelişmeler doğal kaynakların tüketimini hızla artırmaktadır. Ancak
doğal kaynakların sınırsız olmadığı, dikkatlice kullanılmadığı takdirde bir
gün bu kaynakların tükeneceği şüphesizdir. Bu nedenle alınacak önlemlerin
başında doğal kaynakların israfını önlemek gelmektedir. Ancak, artan
ihtiyaçlar kaynakların kullanımı sürekli arttığından başka yöntemlere de
ihtiyaç vardır. Bunların başında atıkların ekonomiye geri kazandırılması
gelmektedir.
Atıkların önemli bir miktarını geri
dönüştürülerek ve yeniden kullanılabilir malzemeler yapılmaktadır. Örneğin;
atıklar içindeki cam, metal, plastik ve kağıt, karton gibi atıklar çeşitli
işlemlerden geçirilerek yeni bir ham madde olarak değerlendirilebilmektedir. Bu
atıkların ham madde gibi kullanılarak şişe, kutu, plastik, kağıt, gübre gibi
yeni bir maddeye dönüştürülmelerine geri dönüşüm denir. Özellikle demir, çelik,
bakır, kurşun, kağıt, plastik, kauçuk, cam gibi ekonomik değeri olan maddelerin
geri kazanılması, ülke ekonomileri açısından son derece önemli bir kazançtır.
Atık maddelerin
geri dönüşümünün başlıca yararları şunlardır:
ﺇ Doğal kaynakların
tükenmesini önlenir. Örneğin, % 100 geri dönüşümle elde edilen 1 ton kâğıt
üretimi 17 ağacın kurtulmasına ve yaklaşık 23,5 m3 suyun
tasarruf edilmesini sağlar.
ﺇ Ülke ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için ithal edilen hurda malzemeye ödenen döviz miktarı azalır.
ﺇ Çevredeki atık madde
miktarı azalır.
ﺇ Çevre kirliliği
önlenir.
ﺇ Enerji tasarrufu
sağlanır. Örneğin, metal içecek kutularının geri dönüşümü işleminde bu
metaller direkt olarak eritilerek yeni ürün hâline dönüştürüldüğünde bu
metallerin üretimi için kullanılan maden cevheri ve bu cevherin saflaştırılma
işlemlerine gerek olmadan üretim gerçekleştirilebilmekte-dir. Bu şekilde bir
alüminyum kutunun geri dönüşümünden % 96 oranında enerji tasarrufu sağlanabilir.
ﺇ Ekonomiye katkı sağlar.
Geri dönüşümün en yaygın uygulaması
gelişmişülkelerde görülmektedir. Örneğin, Almanya'da tüketicilerin,
ambalajları temiz ve doğru ayrılmış bir şekilde poşetlere koyup belirlenen gün
ve saatlerde dışarı çıkarmaları istenmektedir. Bu kurala uymayanlara para
cezaları kesilmektedir. Bu uygulama sonucunda evsel atılarda % 14 oranında
düşüş sağlanmıştır. Yine italya ve isviçre gibi ülkelerde ambalaj atıklarını
azaltmak için ambalaj kutuları birden fazla kullanılacak sağlamlıkta
üretilmektedir. Belçika'da ikinci el eşyalar için bir toplama, yenileme ve
depolama merkezi kurulmuştur. Böylece gençlere ve özürlülere yeni bir iş alanı
açılmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder