Our social:

Latest Post

19 Aralık 2016 Pazartesi

Geçmişten Geleceğe Türkiye’nin Jeopolitiği

Türkiye'nin konumu:Bir ülkenin coğrafi konumu deyince yeryüzünün neresinde bulunduğu,kıtalara,öteki ülkelere,denizlere,ticaret yollarına göre anlaşılır.Konumun çok önemli sonuçları vardır.Ülkelerin bir çok özellikleri buna bağlıdır. 

Türkiye'nin Siyasi Jeopolitik Durumu Ve Önemi

Türkiye'nin alan veya coğrafi konum açısından Asya ile Avrupa arasında bir köprü durumunda ve batı kültürü arasında bir geçiş kuşağında yer almaktadır.Coğrafi konum açısından kuzeydeki ülkelerin deniz yoluyla Akdeniz ,Hint,Okyanusu ,Atlas Okyanusu ile temas kurarak dünyaya açılması,boğazlar vasıtasıyla Türkiye üzerinden geçmektedir Aynı şekilde Avrupa'nın Orta Doğu'ya kara yolu bağlantısı yine Türkiye'nin işgal ettiği Anadolu ve Trakya üzerinden sağlanmaktadır.Bunun yanında Türkiye'nin bulunduğu kütle Orta Doğu ülkeleri için önemli bir hayat damarı halindedir.
Başta Fırat ve Dicle'nin suları ile hayat bulan Suriye ve Irak Anadolu yarımadasına sıkı şekilde bağlıdır.
Sadece bu noktalar ele alındığında Türkiye gerek batı gerekse orta doğu dünyası için bir bakıma hayati çıkarlarının sağlandığı bu alemde birbirine bağlayan,pekiştiren bir doğal köprü durumundadır.
Stratejik açıdan ele alındığında dünya petrolünün %60'ını oluşturan Orta Doğu ülkelerinde istikrarın sağlanması ve bir bakıma batının petrol çıkarlarının devam etmesi açısından da Türkiye'nin üzerine önemli görevler düşmektedir.Nitekim bu stratejik önem körfez krizi ve savaşın müddetince kendini kuvvetli olarak hissettirmiştir.Örnek olarak Birleşmiş Milletlerin aldığı ambargo kararının Irak'a uygulanmasında Türkiye anahtar durumunda olmuştur.Türkiye buna uymadığı takdirde ambargonun uygulanması mümkün olmayabilirdi ve körfez savaşında müttefik kuvvetlerin sağladığı başarı yine Türkiye'nin müttefiklerin yerine uyguladığı politika sayesinde olabilmiştir.Yine bu stratejik- jeopolitik önem dünya hakimiyeti için caba sarfeden komşumuzun Türkiye üzerindeki emellerini açıkça ortaya koymaktadır ve buna karşı Avrupa ve ABD'nin Türkiye'ye tabiri uygun ise yardımda bulunmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Türkiye'nin sahip olduğu stratejik-jeopolitik avantajı dikkate alan Batı Avrupa ülkeleri sürekli olarak Türkiye üzerinde zaman zaman baskı kurmuşlar 1.Dünya Savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunu parçalamaya ve paylaşmaya geçmişlerdir.
Batılı ülkeler aslında Türkiye'ye karşı yürütülen pişmanlık ve dostluk ;tamamen bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri menfaatler çatışmasının bir eseridir.Yine 1.Dünya Savaşı sonrasında başta orta doğuyu ellerinde tutarak Uzak Doğuya hakim olma gayretleri sonucunda Fransız ve İngilizler kendi istek ve amaçları doğrultusunda Osmanlı,imparatorluğundan miras kalan orta doğudaki topraklarımıza tabiri uygun ise zoraki olarak elimizden almışlardır.Bunun en açık örneğini Musul petrolleri ve İngilizlerle çizilen Türkiye-Irak sınırının belirlenmesini göstermektedir.
Şu gerçeği açıkça ifade etmek gerekir ki batı dünyası ne güçlü ne de zayıf bir Türkiye istemektedir.Bu amaç uygun olarak bazı batı ülkeler ve komşularımız terörist eylemler için adeta yataklık yapmışlar ve hatta gizli yollarla destek bile sağlamışlardır.Hiç bir batı ülkesinin kendi ülkesi siyasi ve demokratik düşüncesi aleyhinde çalışan bir örgüt barındırmazken Türkiye'nin parçalanması ve bölünmesi için faaliyet gösteren çeşitli örgütleri beslemekte ve onlara gizli yollardan her türlü desteği sağlamaktadır.
Batı dünyası bu amacına uygun olarak ülkemiz için çoğu uluslar arası safhalarda çifte standart uygulamıştır.Bunun en tipik örneklerinden biri Kıbrıs’ta Türk halkı katledilirken batının seyirci kalması anlaşmalardan doğan hakkımızı kullanmakla da Türkiye'nin bir "istatilacı ülke"olarak dünyaya tanıtılması başta Amerika B.D.olmaksızın silah ve diğer ambargonun uygulamasıdır.Avrupa topluluğunu Yunanistan politik nedenlerle alınırken Türkiye'nin bu topluluğa girmesini zorlaştırıcı,engelleyici işlemlerinin sürdürülmesi de batının Türkiye üzerindeki sevimsiz emellerini açıkça ortaya çıkarmaktadır.İnsan haklarına çok düşkünlüğüyle tanınan Avrupa Parlamentosu sürekli olarak Türkiye aleyhine çifte standart uygulaması adet haline getirmiş gibi görünmektedir.
Kısa olarak açıklanan bu durumlar her şeyden önce Türkiye'nin bulunduğu coğrafi konumdan ileri gelmektedir.Türkiye'nin uyguladığı siyasi politikalara gelince Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"politikasını benimsemiş ve bu politika Türkiye'nin ana hedefi olmuştur.2.Dünya S.'ından sonra Türkiye haklı olarak batılı entegrasyonda yer almayı hedeflemiştir.
Bunu için Nato, dağıtılan Cento'ya girmesi,Avrupa konseyi,Avrupa ekonomi topluluğuna tam üye olmak istemesi ,batıyla birleşme gayretinin doğal sonucudur.Bunun yanında merkeziyete dayalı devletçilik ve bu anlayışı ile sürdürülen ekonomik ve siyasi sistemlerin iflas ettiği günümüzde ülkemizin de tam kuralları ile işlemese bile liberal,serbest piyasa ekonomisi veya gümrük duvarlarının arkasına saklanmadan rekabete dayalı bir sanayinin gelişmesini gerçekleştiren ekonomik sistemin temellerinin atılmış olmasında batılı sistemde birleşme çabaları doğrultusunda yapılmış önemli bir adımdır.Bu sistemin tam anlamıyla gerçekleşmesi için içte gerekli düzenlemelerin yapılması yanında Türkiye'nin batı blokları ile kendi çıkarları doğrultusunda ödün vermeden bütünleşmesinin çok büyük yararları bulunmaktadır.
Çünkü en fazla sermaye ve teknolojik transferden yararlandığımız ihracat ve ithalat yaptığımız ülkelerin başında ABD dahil batı bloğu gelmektedir.Özellikle bazen bir çok ödünlerle aldığımız batı sermayesinde de akıllıca kullanmamız gerekmektedir.Bununla birlikte Türkiye'nin konumu ve kültürel durumu gereğince batının yanında islam ülkeleri ve özellikle Ortadoğu ve hatta Güneydoğu Asya ülkelerinde mevcut olan ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir.Türkiye'nin batı bloğunun ve islam ülkeleri arasında istenilen yer alabilmesi açısından köprü sayılabilecek bilimsel,kültürel ,ekonomikve demokratik açıdan önemli müsadeler alması şarttır.
En büyük faktör ve sermayenin insan olduğu dikkate alındığında ve ilerlemelerde insanlarımızın refah mutluluğunu hedef alınması gerekmektedir.Bunun için Türk insanının kendine özgü olan gücünün ortaya çıkması açısından çağdaş,seviyeli eğitim-öğretim yapılması bunu yanında bilimsel araştırmaların yoğunlaştırılması için her türlü destek ve yardımın yapılması şarttır.
Yeni üniversite kurma çabaları yerine en eskilerinin güçlendirilmesi ;üniversitelerin gerçek anlamda ve bilimsel araştırmalar,yayınlar yapılmalıdır
Hali hazırda pek fazla hissedilmeyen ve yakın gelecekte nüfusumuzun artışı ve doğal kaynakları olan ihtiyacın artması ile ortaya çıkacak olan yanlış arazi kullanma ve bunun sonucu olarak ülkemizin toprak ve arazi kabiliyetini kemiren "erozyon"olayına dur dememiz şarttır.Ülkemizde doğal dengeyi korumanın milli ve dini bir görev olduğu ve ülke topraklarını kemiren erozyonun bir politika haline getirilmesiyle önlenmesi mümkün olacağı görüşünün benimsenmesi gerekmektedir.Başka bir ifadeyle denilebilir ki erozyon ülkemizdeki gelir dağılımını alt üst eden fakiri daha da fakirleştiren ulusumuzun insanları arasında gelir farkı yönünden uçurumlar yaratan enflasyondan daha tehlikeli boyuttadır.
"Türkün Türk’ten Başka Dostu Yoktur."özdeyişi her zaman akılda tutulmalı sadece batının bilim ve teknolojisi alınmalı,batılılarla birlikte oluşturacağımız pakt,anlaşma ve diğer uluslar arası çeşitli birliklerin günün birinde çözülebileceği dikkatten uzak tutulmalıdır.Çünkü günümüz dünyasında güçlü devletin siyasi yönden olduğu kadar ekonomik yönden de güçlü olması gerektiği ve hatta ekonomik bağımsızlığın siyasi bağımsızlığı pekiştireceği hedef alınmalıdır. 
Orta doğunun Asya ile Avrupa arasında bir geçiş alanı olması nedeniyle buradaki ülkelerin iki yanlı ilişkileri ve transit ticaretten sağladıkları yararlar bölgedeki uygarlıkların gelişmesinde büyük ölçüde rol oynamışlardır.Burada dikkat çeken ya da üzerinde durulması gereken bir özellik Anadolu’nun aynı coğrafi bölgede olmasına rağmen Avrupa ile Asya arasında ulaşım bakımından öteki Orta doğu ülkelerine göre daha üstün bir durum göstermesidir.Bu üstünlük Anadolu’nun hem coğrafi konumu hem de coğrafi yapı bakımından diğer orta doğu ülkelerinden daha değişik özelliklere sahip bulunmasından ileri gelmektedir. 

Türkiye'nin Siyasi Jeopolitik Durumu Ve Önemi
Türkiye'nin alan veya coğrafi konum açısından Asya ile Avrupa arasında bir köprü durumunda ve batı kültürü arasında bir geçiş kuşağında yer almaktadır.Coğrafi konum açısından kuzeydeki ülkelerin deniz yoluyla Akdeniz ,Hint,Okyanusu ,Atlas Okyanusu ile temas kurarak dünyaya açılması,boğazlar vasıtasıyla Türkiye üzerinden geçmektedir Aynı şekilde Avrupa'nın Orta Doğu'ya kara yolu bağlantısı yine Türkiye'nin işgal ettiği Anadolu ve Trakya üzerinden sağlanmaktadır.Bunun yanında Türkiye'nin bulunduğu kütle Orta Doğu ülkeleri için önemli bir hayat damarı halindedir.
Başta Fırat ve Dicle'nin suları ile hayat bulan Suriye ve Irak Anadolu yarımadasına sıkı şekilde bağlıdır.
Sadece bu noktalar ele alındığında Türkiye gerek batı gerekse orta doğu dünyası için bir bakıma hayati çıkarlarının sağlandığı bu alemde birbirine bağlayan,pekiştiren bir doğal köprü durumundadır.
Stratejik açıdan ele alındığında dünya petrolünün %60'ını oluşturan Orta Doğu ülkelerinde istikrarın sağlanması ve bir bakıma batının petrol çıkarlarının devam etmesi açısından da Türkiye'nin üzerine önemli görevler düşmektedir.Nitekim bu stratejik önem körfez krizi ve savaşın müddetince kendini kuvvetli olarak hissettirmiştir.Örnek olarak Birleşmiş Millletler'in aldığı ambargo kararının Irak'a uygulanmasında Türkiye anahtar durumunda olmuştur.Türkiye buna uymadığı takdirde ambargonun uygulanması mümkün olmayabilirdi ve körfez savaşında müttefik kuvvetlerin sağladığı başarı yine Türkiye'nin müttefiklerin yerine uyguladığı politika sayesinde olabilmiştir.Yine bu stratejik- jeopolitik önem dünya hakimiyeti için caba sarfeden komşumuzun Türkiye üzerindeki emellerini açıkça ortaya koymaktadır ve buna karşı Avrupa ve ABD 'nin Türkiye'ye tabiri uygun ise yardımda bulunmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Türkiye'nin sahip olduğu stratejik-jeopolitik avantajı dikkate alan Batı Avrupa ülkeleri sürekli olarak Türkiye üzerinde zaman zaman baskı kurmuşlar 1.Dünya Savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunu parçalamaya ve paylaşmaya geçmişlerdir.
Batılı ülkeler aslında Türkiye'ye karşı yürütülen pişmanlık ve dostluk ;tamamen bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri menfaatler çatışmasının bir eseridir.Yine 1.Dünya Savaşı sonrasında başta orta doğuyu ellerinde tutarak Uzak Doğuya hakim olma gayretleri sonucunda Fransız ve İngilizler kendi istek ve amaçları doğrultusunda Osmanlı ,imparatorluğundan miras kalan orta doğudaki topraklarımıza tabiri uygun ise zoraki olarak elimizden almışlardır.Bunun en açık örneğini Musul petrolleri ve İngilizlerle çizilen Türkiye-Irak sınırının belirlenmesini göstermektedir.
Şu gerçeği açıkça ifade etmek gerekir ki batı dünyası ne güçlü ne de zayıf bir Türkiye istemektedir.Bu amaç uygun olarak bazı batı ülkeler ve komşularımız terörist eylemler için adeta yataklık yapmışlar ve hatta gizli yollarla destek bile sağlamışlardır.Hiç bir batı ülkesinin kendi ülkesi siyasi ve demokratik düşüncesi alehinde çalışan bir örgüt barındırmazken Türkiye'nin parçalanması ve bölünmesi için faaliyet gösteren çeşitli örgütleri beslemekte ve onlara gizli yollardan her türlü desteği sağlamaktadır.
Batı dünyası bu amacına uygun olarak ülkemiz için çoğu uluslar arası safhalarda çifte standart uygulamıştır.Bunun en tipik örneklerinden biri Kıbrıs!ta Türk halkı katledilirken batının seyirci kalması anlaşmalardan doğan hakkımızı kullanmakla da Türkiye'nin bir "istatilacı ülke"olarak dünyaya tanıtılması başta Amerika B.D.olmaksızın silah ve diğer ambargonun uygulamasıdır.Avrupa topluluğunu Yunanistan politik nedenlerle alınırken Türkiye'nin bu topluluğa girmesini zorlaştırıcı,engelleyici işlemlerinin sürdürülmesi de batının Türkiye üzerindeki sevimsiz emellerini açıkça ortaya çıkarmaktadır.İnsan haklarına çok düşkünlüğüyle tanınan avrupa parlemantosu sürekli olarak Türkiye aleyhine çifte standart uygulaması adet haline getirmiş gibi görünmektedir.
Kısa olarak açıklanan bu durumlar herşeyden önce Türkiye'nin bulunduğu coğrafi konumdan ileri gelmektedir.Türkiye'nin uyguladığı siyasi politikalara gelince Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"politikasını benimsemiş ve bu politika Türkiye'nin ana hedefi olmuştur.2.Dünya S.'ından sonra Türkiye haklı olarak batılı entegrasyonda yer almayı hedeflemiştir.
Bunu için Nato,dağıtılan Cento'ya girmesi,Avrupa konseyi,Avrupa ekonomi topluluğuna tam üye olmak istemesi ,batıyla birleşme gayretinin doğal sonucudur.Bunun yanında merkeziyete dayalı devletçilik ve bu anlayışı ile sürdürülen ekonomik ve siyasi sistemlerin iflas ettiği günümüzde ülkemizinde tam kuralları ile işlemese bile liberal,serbest piyasa ekonomisi veya gümrük duvarlarının arkasına saklanmadan rekabete dayalı bir sanayinin gelişmesini gerçekleştiren ekonomik sistemin temellerinin atılmış olmasında batılı sistemde birleşme çabaları doğrultusunda yapılmış önemli bir adımdır.Bu sistemin tam anlamıyla gerçekleşmesi için içte gerekli düzenlemelerin yapılması yanında Türkiye'nin batı blokları ile kendi çıkarları doğrultusunda ödün vermeden bütünleşmesinin çok büyük yararları bulunmaktadır.
Çünkü en fazla sermaye ve teknolojik transferden yararlandığımız ihracat ve ithalat yaptığımız ülkelerin başında ABD dahil batı bloğu gelmektedir.Özellikle bazen bir çok ödünlerle aldığımız batı sermayesinde de akıllıca kullanmamız gerekmektedir.Bununla birlikte Türkiye'nin konumu ve kültürel durumu gereğince batının yanında İslam ülkeleri ve özellikle Ortadoğu ve hatta Güneydoğu Asya ülkelerinde mevcut olan ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir.Türkiye'nin batı bloğunun ve İslam ülkeleri arasında istenilen yer alabilmesi açısından köprü sayılabilecek bilimsel,kültürel ,ekonomik ve demokratik açıdan önemli müsaadeler alması şarttır.
En büyük faktör ve sermayenin insan olduğu dikkate alındığında ve ilerlemelerde insanlarımızın refah mutluluğunu hedef alınması gerekmektedir.Bunun için Türk insanının kendine özgü olan gücünün ortaya çıkması açısından çağdaş,seviyeli eğitim-öğretim yapılması bunu yanında bilimsel araştırmaların yoğunlaştırılması için her türlü destek ve yardımın yapılması şarttır.

Türkiye’ nin Bölgesel Kalkınma Projeleri


Uygulanmakta olan sadece GAP Projesi bulunmaktadır. Güneydoğu Anadolu Projesinde Adıyaman, Batman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve Şırnak yer almaktadır. Diğer projelerin fizibilite çalışmaları bitmiş fakat uygulanmaya başlanmamıştır.
Doğu Anadolu Projesi (DAP)
Doğu Anadolu bölgesindeki Gümüşhane, Erzincan, Malatya, Elazığ, Tunceli, Bayburt, Bingöl, Erzurum, Muş, Bitlis, Van, Hakkari, Ağrı Iğdır, Kars ve Ardahan illerini kapsamaktadır. Bu proje ile sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan iller gelişmişlik gösterecektir.
Zonguldak, Bartın, Karabük (ZKÜ) Projesi
Zonguldak, Bartın, Karabük illerini kapsayan, demir-çelik ve kömür işletmeleri kapsayan yatırım alanlarını özel sektöre açmaktır. Böylece bölge ekonomik açıdan biraz daha rahatlığa kavuşacaktır.
Doğu Karadeniz Projesi (DOKAP)
Artvin, Bayburt, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Rize ve Trabzon illerinde ekonomik açıdan biraz daha refah düzeyinin artırılması amaçlanmıştır. Ulaşım ve iletişim hizmetleri güçlendirilmesi amaçlanmış ve bu amaçla bir çok çalışma yapılmıştır.
Yeşilırmak Havzası Gelişim Projesi
Yeşilırmak Havzası Gelişim Projesi Çorum, Amasya, Samsun, Tokat illerini kapsamaktadır. Projede, Ulaşım, iletişim, enerji altyapısı, tarım ve sanayi entegrasyonu sağlanmaya çalışılmıştır.

Nüfus Projeksiyonları 2013-2075

Nüfus Projeksiyonları, 2013-2075

Türkiyede Uygulanan Nüfus Politikaları


Nüfus, Demografi ve Nüfus Politikası Nedir?
 

Nüfus, belirli bir zamanda sınırları tanımlı bir bölgede yaşayan insan sayısıdır.

Demografi, dünyada veya bir ülkede bulunan nüfusun yapısını, durumunu, dinamik özelliklerini inceleyen bilim dalıdır.
Nüfus Politikası, ülkelerin kendi insan kaynaklarını daha nitelikli ve işlevsel hale getirmek için uyguladıkları programlardır.

NÜFUS POLİTİKASI NEDEN UYGULANIR?
 

Nüfus bir ülkenin kalkınmasında en önemli etmenlerden biridir. Ancak ülkelerin kalkınmasında nüfus miktarından çok nüfus özellikleri önemlidir. Nüfus artış hızının yüksek olduğu gelişmemiş ülkelerde başta ekonomik olmak üzere sosyal ve kültürel birçok sorun ortaya çıkmıştır. Buna karşın nüfusun çok az arttığı veya azaldığı gelişmiş ülkelerde ise bu durum ülke varlığını ve geleceğini tehdit etmektedir. Bu nedenle ülkeler nüfusun belli oranda, sorun yaratmadan artışını sağlamak için çeşitli nüfus politikaları uygulamaktadır.


 Nüfus politikaları ile ülkeler; nüfusun niteliğini, niceliğini ve dağılımını bilinçli olarak değiştirmeyi hedeflemektedir.


 Günümüzde ülkelerin nüfus artış hızları ve nüfus özellikleri ile kalkınmaları arasında ilişki kurulmaktadır.


 Farklı nüfus özelliklerine sahip olan ülkeler farklı nüfus politikaları uygulamaktadır.



Dünya'da genel olarak uygulanan 3 çeşit nüfus politikası vardır:
 

1-Nüfus artış hızını azaltmaya yönelik uygulanan nüfus politikası:

Çin, Hindistan, Kenya, Endonezya gibi ülkelerde uygulanır. Bu ülkelerde çocuk ve genç nüfusun fazla olması birçok soruna neden olmaktadır.

2-Nüfus artış hızını yükseltmek için uygulanan politika:

ABD, Kanada ve Avrupa ülkeleri gibi nüfusu özellikle genç nüfusu hızla azalan ülkelerde uygulanır. Bu ülkelerde üretici nüfusun azalması ve yaşlılık sorununu ortaya çıkarmıştır.

3-Nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirmek amacıyla uygulanan nüfus politikası; özellikle gelişmekte olan ülkelerde uygulanır. Bu ülkelerde bir taraftan aile planlaması ile nüfus artış hızı düşürülmeye bir taraftan da nüfusun nitelik ve niceliği iyileştirilmeye çalışılmıştır.


NÜFUS POLİTİKASI NEDİR? ÜLKELERİN FARKLI NÜFUS POLİTİKASI UYGULAMALARININ NEDENLERİ NELERDİR?
 

 Nüfusun sayısal artışını ekonomik ve sosyal açıdan çelişmesini belirleyen ilkeler nüfus politikasını oluşturur.


 Dünya’nın farklı ülkelerinde nüfus politikalarının uygulanması bir dizi kararlara çeşitli politikalar arasındaki öncelik ve dengelere bağlıdır. Bazı ülkeler nüfusun artış hızını tekrar yükseltme eğilimindedir. Görüldüğü gibi ülkelerin uyguladıkları nüfus politikaları zaman içinde değişmektedir.


 Yaş bağımlılık oranı bir ülkede çalışan her 100 kişinin bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısıdır. Gelişmemiş ülkelerde genç nüfusun fazla olması nedeniyle yaş bağımlılık oranı yüksektir.


TÜRKİYE’DE UYGULANAN NÜFUS POLİTİKALARI
 

Planlı dönem başlangıcından bu yana, kalkınma planları ile nüfus politikasının yasallaştığı görülmektedir. 1960’larda D.P.T.’nin kurulması ile D.P.T. ve Sağlık Bakanlığı tarafından 1960 öncesi nüfus artışını teşvik eden pronatalist nüfus politikasının değiştirilmesi üzerinde tartışmalar başlatılmıştır.


1. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yeni bir nüfus politikasından söz edilmektedir. Hızlı nüfus artışının ekonomik gelişmeyi engellediği görüşünden hareketle, nüfus planlamasına dayalı bir nüfus politikasının gereği sunulmuştur. Bu politika antikontraseptif yasaların değiştirilmesini, sağlık personelinin nüfus planlaması konusunda, isteyenlere gebeliği önleyici yöntemler konusunda bilgi verilmesini kontraseptiflerin(doğum kontrol aracı) ücretsiz dağıtımını içermektedir.


2. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ise, konuya yaklaşım açısı değişmekte, “nüfus planlaması” deyiminin yerini “aile planlaması” deyimi almaktadır. İkinci plan döneminde konuya bakış açısı değişirken aynı zamanda hükümetlerin ilgisinin azaldığı izlenmektedir.


3. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ise aile planlamasının sağlık hizmetlerinde ayrılamayacağını dolayısıyla ana ve çocuk sağlığı ile aile planlaması hizmetlerinin birleştirilmesi gereği ortaya konmuş ve ilgili kuruluşlar arası işbirliğine önem verilmesi kararlaştırılmıştır.


4. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sosyal, ekonomik ve demografik faktörlerin karşılıklı etkilerini ve nüfus politikasının, sosyal ve ekonomik politikaların bir türevi olduğu vurgulanmıştır. Yüksek bebek ölüm hızının ve yetersiz ana-çocuk sağlığı hizmetlerinin birer nüfus sorunu olduğu belirtilmiştir. Ayrıca aile planlamasının, ana-çocuk sağlığı hizmetleriyle birlikte ele alınması gereği üzerinde durulmuştur.


5. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ise belirgin bir aile planlaması uygulaması dile getirilmemiştir. Temel ilkenin nüfus kalitesinin yükseltilmesi olduğu belirtilmiştir.


6. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yüksek nüfus artışının istenen ekonomik büyüme ve sosyal gelişmeyi engellediği görüşünden hareketle, nüfus artış hızını azaltmaya yönelik politika ve programların uygulanması öngörülmüştür.


7. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ise hızlı nüfus artışının, bireylerin refah açısından daha fazla pay alabilmesini ve ekonominin değişim sürecinin daha hızlı gelişmesini engellediği, sürdürülebilir kalkınma çabalarını güçleştirdiğini, konut, sağlık, eğitim ve alt yapıya olan ihtiyacı arttırdığı belirtilmektedir. Ayrıca aile planlaması hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve hizmet sunumunda etkinliğin arttırılması ihtiyacının önemini koruduğu vurgulanmaktadır. Stratejinin temel yapısal değişim projeleri bölümünde, birey refahını daha hızlı arttırabilmek için nüfus artış hızını yavaşlatmak ve kalkınma hedefleriyle uyumlu bir nüfus yapısını oluşturmak temel amaç olarak yer almıştır ve tatbik edilmiştir.


Cumhuriyetten Önce Nüfusun Durumu
 

Türkiye tarihinin başlangıcı olarak kabul edilen 1071 tarihinden 'başlayarak hatta bu tarihten evvel, doğudan boylar halinde ülkemize sokulan göç dalgaları Anadolu'yu bir yerleşme alanı haline getirmiştir. Bu yerleşme dolayısı ile nüfuslanma, Doğu Anadolu'dan başlayarak kademeli bir şekilde batıya doğru yüzyıllarca devam etmiştir. Bu devirdeki nüfusumuz fetihler ve doğudan gelen göçlerin de etkisiyle sürekli çoğalmış, 18. asırda (Gerileme Devrinde) fethedilen toprakların tekrar kaybedilmesine bağlı olarak, hem nüfusumuz azalmaya başlamış, hem de tekrar doğuya doğru hareketlenmiştir. Bu nüfus akımı (Balkanlardan Anadolu’ya) günümüze kadar devam etmiştir. Selçuklular ve Beylikler dönemine ait nüfusumuzun Nicel ve Nitelik yönleri pek bilinmemektedir.

Osmanlılar devrinde, bugünkü anlamda nüfusumuzun sosyo-ekonomik yönleri en ince ayrıntısına kadar incelenmemiş, dolayısıyla periyodik nüfus sayımlan yapılamamıştır. Bununla birlikte bazı demografik bilgilere rastlayabiliriz. Ömer Lütfi Barkan; 1445 yılından bu yana 30-40 yıl aralıklarla nüfus ve arazi tahminlerinin yapıldığını ve bunların zamanın birer istatistik kütüğü özelliğini gösterdiğini ve bu defterler incelendiğinde; 1520-1530 yılları arasında Mısır, Irak, Tuna nehri ve öteki Avrupa toprakları hariç nüfusumuzun 11.3 milyon olduğunu ifade etmektedir. Reşat Aktan'a göre ise aynı dönemde nüfusun 60 milyon olduğu ifade edilmektedir.
Osmanlılar döneminde: 1831-1844-1856 ve 1878 yıllarında askerî ve vergi gücünün tespiti maksadı ile sayımlar yapılmış fakat yapılan bu sayımlar ya sınırlı alanları kapsamış veya sadece erkek nüfusu dikkate alınmıştır. Bu sebeple demografik ihtiyaçlar tam karşılanamadığı için genel olarak bilimsel bir anlam ifade etmemektedir. 1844'de nüfusun 36.5 milyon, 1884 yılında ise 28.9 milyon olduğu Ö. Celal Şart, tarafından ifade edilmektedir .

1923-1963 Yılları Arasındaki Politikaların Dayanak Noktaları
 

 Fazla nüfusun bir ülke için askeri ve siyasi güç

 Tarımda makineleşmenin yetersiz olması nedeniyle
 Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle erkek insan gücüne çok fazla ihtiyaç olması
 Türkiye’nin hızla kalkınmak zorunda olması
 Hızlı çoğalma ile ülkedeki sosyal iş bölümü ve ihtisaslaşmayı sağlamak
 Türkiye’de ölüm oranının yüksek olması nedeniyle nüfustaki azalmanın doğumlardaki artışla önlenmeye çalışılması
 Türkiye’nin tabii kaynaklarını işletmek, uygulanan tekniği modernleştirmek nüfus miktarının azalması
 Tifüs ve sıtma gibi hastalıkların yaygın olması sağladığı ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin özgürlüğünü ettirmesinin bir şartı olduğu düşünceleri

UYGULANAN POLİTİKALAR
 

1960 Yılına Kadar İzlenen Politikalar Çeşitli Sosyal, Ekonomik Ve Hukuki Önlemlerle Desteklenmiştir. Bu Önlemleri Şöyle Sıralayabiliriz:


 Fazla çocuk sahibi olan ailelerin yol vergisinden muaf tutulması (1929)

 Nüfus arttırma politikası ile doğum evi kurmak, fakir vatandaşlara ücretsiz ilaç dağıtmak (1930)
 Altı ya da daha fazla çocuklu ailelere vergi muafiyetinin getirilmesi (1931)
 Nüfus artışını istenilen seviyeye çıkartmak, anne ve bebek ölüm oranlarını düşürmek için alınması gerekli önlemleri araştırmak üzere nüfus komisyonunun kurulması (1932)
 Göçleri teşvik etmek amacıyla göçmenlere gümrük muafiyeti getirilmesi (1934)

Yurt Dışından Gelen Göçmenlerin;

 Ülke geneline dağıtımı ve yerleştirilmesi
 Ekonomik ilgi alanlarına göre, çok düşük faizli ve uzun dönemli krediler verilmesi
 Çok çocuklu ailelere hazineye ait topraklardan tarla bağışlanması (1936)
 Evlenme yaşının erkekler için 17,kızlar için 15’e indirilmesi (1938)
 Düşük ve gebeliği önleyici ilaç ve araçların satılması, kullanılması ve bu konuda eğitim ve propaganda yapılmasının yasaklanması

Türkiye’de nüfusun az olması sorununu ulusal bir politika olarak ele alan Atatürk’te halk sağlığının korunması ve güçlendirilmesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun arttırılması önemle vurgulanmıştır.

Planlı dönem başlangıcından bu yana, kalkınma planları ile nüfus aile planlamasının birlikte uygulandığı görülmektedir.1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı ve Sağlık Bakanlığı tarafından 1960 öncesi nüfus artışını teşvik eden nüfus politikasının değiştirilmesi üzerinde tartışmalar başlatılmıştır. Hızlı nüfus artışının iktisadi gelişmeye engel olduğu ileri sürülmüştür.

Politikaların Dayanak Noktaları
 
 1950 sonrasında sağlık hizmetlerinin gelişmesiyle ölüm oranının azalmaya başlaması
 Tarımda makineleşme
 Orduda insan gücünden çok silah gücünün ön plana çıkması
 Nüfus artışı, 1.Beş Yıllık Kalkınma Planında (BYKP) bir sorun olarak tanımlanmakta ve nüfus artış hızını azaltıcı tedbirlerin alınması gerekmektedir.

Sosyal Yönleriyle Nüfus Politikaları
 

1963 yılında Bakanlar Kurulu tarafından Büyük Millet Meclisi’ne sunulan Nüfus Planlaması Kanun Tasarısı 10 Nisan 1965 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak, 557 sayılı Nüfus Planlaması Kanunu adıyla yürürlüğe girmiştir. Nüfus Planlaması Kanunu’nun temel hükümleri aşağıdaki gibidir:

Madde 1: Nüfus planlaması fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları demektir. Bu husus gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanır. Tıbbi zaruretler dışında gebelik sona erdirilemez veya sterilizasyon veya kastrasyon ameliyesi yapılamaz.
Madde 2: Nüfus planlaması zaruretinin duyurulması ve bu hususlarda eğitim, öğretim ve uygulama Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nca hazırlanacak bir yönetmelik esaslarına göre askeri, resmi ve gönüllü teşekküller ile işbirliği yaparak yürütülür.
Bu amaçla Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı özel teşkilat kurmaya ve gebeliği önleyici ilaç ve araçları ihtiyacı olanlara parasız ve maliyetinden aşağı fiyatla vermeye veya verdirmeye veya sattırmak için tedbir almaya yetkilidir.
Nüfus planlamasında kullanılacak ilaç ve araçların niteliği ile uygulamaya ait yönetmelik Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından aralarında tıp fakülteleri öğretim üyelerinin de bulunduğu bir komisyon yazılı görüşleri alınmak suretiyle hazırlanmıştır.
Diğer taraftan sosyal yönleri dikkatlice uygulanacak nüfus politikalarında ele alınmadığı zaman; gecekondu, anarşi, işsizlik, boşanmalar, adi polisiye olaylardaki artış, sosyal patlamalar giderek hız kazanır.

Ekonomik Yönleriyle Nüfus Politikaları
 

Hızlı nüfus artışını hedef alan Türkiye’nin ilk nüfus politikası bu amacını şu iki ekonomik nedene dayandırıyordu. Birincisi Türkiye’nin boş duran tabi kaynaklarını işletmek, uygulanan tekniği modernleştirmek, ikincisi ise, hızlı çoğalma ile ülkedeki sosyal iş bölümü ve ihtisaslaşmayı sağlamak.

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda hızlı nüfus artışının milli gelir artış hızının önünde olması nedeniyle meydana gelecek ekonomik sorunları önleme amacını taşıyan bir nüfus politikası izlemiştir. Nüfus artış hızı milli gelirdeki artış hızı önünde olduğu sürece;
 Ekonomik gelişmenin bir ölçüsü olan kişi başına gelir artışı ağırlaşacaktır.
 Hızlı nüfus artışı yatırımların niteliğini etkileyecek, ekonomik yatırımlar yerine demografik yatırımların yapılması zorunlu kılacaktır.
 Ülkenin küçük yaşlardaki nüfusu arttığından, tüketim ihtiyacı da artacaktır.
 İş gücü arzı konusunda problemler çıkacaktır.
Bu nedenlerden dolayı hızlı gelişmeyi sekteye uğratacak hızlı nüfus artışını daha da düşürerek söz konusu ekonomik konulara çözüm bulmak istenmiştir. Öte yandan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da aynı politikanın izlendiği görülmektedir. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ise; konunun uzun dönemde çözümlenmesi gereken bir sorun olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca, zamanla değişen ve gelişen sosyo- ekonomik yapıyı yüksek doğurganlığın etkileyeceği görüşüne yer verilmektedir.

Siyasi Yönleriyle Nüfus Politikaları
 

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1922 yılında Atatürk tarafından yapılan bir konuşmada politik nedenlerden dolayı ülkenin nüfusunu arttırma yönünde bir politika izlendiği görülmekte ve bu politikanın dayanak noktalarını şunlar oluşturmaktadır:

 Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle erkek nüfus miktarının azalması
 Avrupa ülkelerinin Birinci Dünya Savaşı’nın insan kırımı üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek üzere hızlı nüfus artışı politikası izlemeleri
 O tarihlerde Türkiye’de ölüm oranlarının yüksek olması nedeniyle nüfustaki azalmanın doğumlardaki artışla önlenmeye çalışılması
 Fazla nüfusun bir ülke içindeki siyasi ve askeri güç sağladığı ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin özgürlüğünü devam ettirmesinin bir şartı olduğu düşünceleri sayılabilir.
Bu dönemde hızlı nüfus artışını sağlamak için bir takım önlemler alınmıştır. İlk kez 1929 yılında 5 çocuktan fazla ailelerin yol vergisinden muaf tutulduğunu görüyoruz. Bundan başka 1930 yılında 6 ve daha fazla çocuklu ailelere bir madalya verilmesi kabul edilmiştir. Ayrıca ülkede çocuk kaybını önlemek amacıyla 1936 yılında T.C. Kanunları’na çocuk aldırma işlemlerini ağır cezaya çarptıran müeyyideler getirilmiştir.
Başlangıçtan 1950-1960 yılları da dahil olmak üzere nüfus politikasında bir değişiklik olmamıştır. 1950 yılında iktidara gelen yeni hükümet nüfusun fazlalaşmasını isteyen bir politik tutum izlemiş, fakat artışı sağlayacak herhangi bir etkili politika uygulamasına geçmemiştir.
1960’larda Türkiye’de nüfus politikası alanında önemli sayılabilecek bazı gelişmeler olmuştur. 1963-1967 yıllarında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yeni bir nüfus politikası oluşmaya başlamıştır. Bu yeni politika hızlı nüfus artışının ekonomik kalkınmayı olumsuz olarak etkilemesini önlemeye yönelik bir amaç taşımaktadır. Bunun için gebeliği önleyici araçların ithalini ve satılmasını önleyen kanunların değiştirilmesi, isteyenlere bilgi verilmesini ve başlatılacak programları uygulayacak kişilerin eğitilmesi öngörülmüştür. Nüfus planlaması alanındaki hizmetleri yürütmek için 1965 yılında Sağlık Bakanlığı’na bağlı Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Nüfus Planlaması Kanunu ile ‘’kişilere istediği zaman istediği sayıda çocuk sahibi olma özgürlüğü tanınmıştır’’. 1968’de uygulamasına geçilen İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda politika ‘’aile planlaması’’ olarak değişmiştir.
1973’ten sonra uygulanan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda hızlı nüfus artışı, uzun dönemde çözümlenmesi gereken sorun olarak ele alınmakta ancak konuya ilişkin herhangi bir politika ve önleme rastlanmamaktadır.

TÜRKİYE’NİN KALKINMA PLANLARINDA NÜFUS POLİTİKALARI
 
1.BEŞ YIL (1963-1967)


Nüfus Meselesi


Nüfusla iktisadi gelişme arasındaki sıkı bağıntı, gelişme planlarında nüfus eğilimlerine ve politikasına büyük bir ağırlık verilmesini gerektirir. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, geri kalmış ülkelerin çoğunda ölüm hadleri hızla düşmekte, fakat doğum hadleri pek değişmemektedir. Böylece nüfus artış hızı gittikçe büyümektedir. Bu durum iktisadi gelişme çabalarını kösteklemektedir. Çünkü iktisadi gelişme, en basit deyimle, adam başına düşen milli gelirin artmasıdır. Akilli gelir belirli bir hızla artmakta iken nüfusta aynı hızla artarsa adam başına düşen gelir seviyesinde hiçbir değişme olmaz. Bu yüzden fakir ülkelerin bir kısmı, geliri arttırma çabalarının yanında nüfus artışını yavaşlatmak için de uğraşmaktadır.

Türkiye’de nüfus büyük bir hızla artmaktadır. İktisadi gelişme hızının mümkün olduğu kadar büyük olması da bir milli politika haline gelmiştir. Bu sebeple nüfus politikamızda bir değişikliğe şiddetle ihtiyaç vardır.

Bugünkü Nüfus Politikası: 


Cumhuriyet Hükümeti başlangıçta haklı olarak nüfus arttırma politikasını benimsemiştir. Bir yandan ölümler azaltılmaya çalışılacak, bir yandan da doğumlar kolaylaştırılacak ve arttırılacaktır. Ölümleri azaltma aslında sadece nüfus arttırma politikasının bir aracı olarak düşünülemez. İnsanları daha sağlam ve daha uzun ömürlü yapmak başlı başına bir hedeftir. Şu halde nüfusu arttırma politikamızın asıl önemli yönü doğumlarla ilgili olanıdır.

1930 yılında doğumları arttırma ve kolaylaştırma görevi Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile Sağlık Bakanlığı’na verilirken aynı kanunla ‘’ilkaha mani veya çocuk düşürmeye vasıta olup Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin olunacak alat ve levazımın ithal ve satışı’’ yasak edilmiştir. 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu kasten çocuk düşürmek ve düşürtmeyi suç saymış, 1936 yılında kanunun ilgili faslında yapılan değişikliklerle kısırlaştırma ve gebelik önleyici bilgileri yayma da yasak edilmiştir.

Nüfus Artışı:


1927 sayımında 13 milyon 648 bin kişi olarak tespit edilen Türkiye nüfusu 1960 sayımı geçici sonuçlarına göre 27 milyon 830 bin kişidir, İki sayım arasındaki artış yüzde 104 tür. Yıllık ortalama artış hadleri İkinci Dünya Savaşı yılları dışında hemen her dönemde yüksektir. Daha da önemli olan nokta savaştan sonra nüfus artış hadlerinin büyük bir yükselme göstermesidir. 1940-1945 döneminde yıllık artış haddi binde 10,6 iken 1945-1950 de binde 22 olmuş, 1950-1955’de binde 28,1’ e ve 1955-1960’da binde 29,5 e yükselmiştir. Bu son artış hadleri dünyadaki en yüksek artış hadleri arasındadır.

Nüfus artış haddinin yüksekliğinde ve son dönemlerde büsbütün yükselmesinde yurda giren göçmenlerin etkisi önemsizdir. Artışın sebebi doğumlarla ölümler dengesine bağlıdır. Doğum ve ölüm hadlerinin gerçek gidişini gösterecek istatistikler ya olmadığı, ya da eksik ve yetersiz olduğu için durumu tam bir kesinlik ve doğrulukla tespit mümkün değildir. Ancak eldeki verilerin değerlendirilmesi şu sonuçları vermektedir.
a)Türkiye Cumhuriyeti’nin ölümleri azaltma politikası esas olarak başarılıdır, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hastalık ve ölümle mücadele alanındaki yeni buluşların etkisi bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük olmuştur. Böylece savaş yıllarından bu yana ölüm hadleri hızla hızlı bir düşme göstermiştir. Savaş yıllarında binde 20’nin üstünde olduğu tahmin edilen kaba ölüm hadlerinin 1945-1950, 1950-1955 ve 1955-1960 dönemlerinde sırası ile binde 17,binde 14,8 ve binde 12 yakınlarında olduğu tahmin edilmektedir.
b)Doğum hadleri pek az değişme göstermiştir. 1935 den bu yana kaba doğum hadleri binde 40’ın biraz üzerindedir. Sadece savaş yıllarında önemli sayılacak bir düşme vardır. Bu da o dönemin özel şartlarından ileri gelmektedir. 1950-1955 döneminde ise kaba doğum hadlerinin en yüksek olduğu (binde 42,7) tahmin edilmiştir.
Şu halde ölüm hadleri hızla düşerken doğum hadlerinin düşmemesi, hatta belki de hafif bir yükselme göstermesi nüfus artış hızındaki ilerlemenin ana sebebidir.

Hızla Artışın Yarattığı Sorunlar:


Bugün Türkiye’de nüfusun çok hızlı artması iktisadi gelişme çabalarını güçleştirmektedir. Planda ana hedef olarak milli gelirin her yıl yüzde 7 arttırılması kabul edilmiştir. Bu oldukça yüksek bir artış hızıdır ve fedakarlığı gerektirir. Ancak yüzde 7’lik bir artışın ifade ettiği gelişme, yani adam başına düşen gelirin artış hızı, sadece yüzde 4’tür. Çünkü nüfus yüzde 3 yakın bir hızla artmaktadır. Nüfus daha küçük bir hızla artsa idi ya gelişme hızı yani adam başına düşen gelirin artış hızı daha büyük olacak, ya da aynı gelişme hızı daha az fedakarlıkla sağlanacaktır.

Bundan başka bugünkü yasak hükümlerinin sebep olduğu büyük sayıda can kaybı ve ıstıraplara da işaret etmek gerektir. Bugün Türkiye’de ilkaha mani olmak isteyen çok sayıda vatandaş son derece ilkel ve tehlikeli yollara başvurmaktadır, önlenemeyen gebeliklerin gene son derece tehlikeli yollarla sona erdirilmeğe çalışıldığı da bir gerçektir.
Yapılan bir araştırma bunun köylerde yılda yaklaşık olarak 12 bin kadının ölümüne sebep olduğunu göstermiştir.

Yeni Nüfus Politikası:


Bir zamanlar çok haklı sebeplerle kabul edilmiş olan nüfusu mümkün olduğu kadar hızlı arttırma politikası bugünün şartlarına uygun değildir. Bu bakımdan bugünkü politikanın nüfus planlamasını yasaklayan yönü hemen değiştirilecektir. Bu hem nüfus artış hızının biraz yavaşlamasını hem de çocuk nüfus oranının küçülmesini sağlayacaktır.

Burada nüfus planlamasının mahiyeti hakkında bir açıklama yapmak yerinde olacaktır. Nüfus planlaması bazı çevrelerde bir yanlış anlama sonucu olarak çocuk sahibi olmada bir devlet müdahalesiyle karıştırılmaktadır. Oysa nüfus planlaması, ailelerin istedikleri sayıda ve istedikleri zamanda çocuk sahibi olmalarını kolaylaştıran demokratik bir usuldür.

Yeni nüfus politikasıyla ilgili tedbirler şunlardır:


a)Gebelik önleyici bilgilerin yayılmasını ve gebelik önlemekte kullanılan araç ve ilaçların ithal ve satışını yasaklayan kanun hükümleri kaldırılacaktır.

b)Sağlık hizmetlerinde çalışan personele(doktor, hemşire, ebe, hemşire yardımcısı, sağlık memuru) nüfus planlamasıyla ilgili olarak gereken bilgiler verilecektir. Bu, hem ilgili okul ve kurslarda bu konuda yeni dersler konularak, hem de normal okul ve kurs safhasını geçirmiş personeli yeniden kurslara çağırarak yapılacaktır.
c)Bu kimseler gerekli bilgiyi ve parasız dağıtım söz konusu olduğu hallerde malzemeyi isteyenlere vermekle ödevli olacaktır.
d)Mevcut imkanlardan faydalanılarak nüfus planlaması eğitimi yapılacaktır.
e)Gerekli araç ve ilaçların ucuza ithali, yurt içinde imali ve muhtaç olanlara parasız dağıtılması imkanları araştırılacaktır.

15 Aralık 2016 Perşembe

Türkiye’de Ticaret

Mal ve hizmetlerin kazanç elde etmek amacıyla alınıp satılmasına ticaret denir. Ticaret yapılabilmesi için arz ve talep olması gerekir. Geçmişten günümüze ticaret mekanları önemli değişmeler göstermiştir. Şehirlerde bir zamanlar gözde alışveriş mekanları olan mahalle bakkalları, manavlar, mağazalar bugün yerlerini süpermarketlere bırakmıştır.
Ülkemizde Ticaret, Türkiye’de İç Ticaret ve Dış Ticaret Önemi Konu Anlatımı Coğrafya
Nüfus büyüklüğü, ulaşım imkanları, ekonomik faaliyet­ler, üretim ticareti etkileyen unsurlardır.
Ticaret üç şekilde yapılır. Ülke sınırları içinde yapılan ti­carete iç ticaret, ülkeler arasında yapılan ticarete dış ti­caret, bir ülkenin ulaşım sistemlerinin farklı ülkeler arasındaki ticarette kullanılmasına ise transit ticaret denir.
İç Ticaret
Türkiye iç ticaret hacmi fazla olan bir ülkedir. Bu durum;
■ Ülke nüfusunun fazla olması,
■ Bölgeler ve iller arasında üretilen ürünler bakımın­dan belirgin fark olması,
■Sanayi ürünleri üretim miktarının ve ürün çeşitliliği­nin artması,
■Reklam ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi,
■ Ulaşım ve ulaştırma sektörünün gelişmesiyle ilgilidir.

Türkiye’de nüfusun az olduğu küçük şehirlerde ticaret hacminin az olduğu görülürken; etki alanı geniş, nüfusu fazla, konumu elverişli yerleşmelerde ticaret hacmi faz­ladır.
Ülkemizde ticareti yapılan ürünler çok çeşitlidir. Bu çe­şitlilikte bölgeler arasında üretilen ürünler bakımından farklılık olması önemli bir etkendir. Örneğin, Türkiye ge­nelinde tüketimi yapılan çayın üretim alanı yalnız Doğu Karadeniz’dir. Turfanda sebzeler Akdeniz kıyılarından bütün ülkeye ulaştırılır. Tekstil ürünleri, tıbbi malzeme, kimyasal madde üretimi istanbul ve çevresinde yapıl­maktadır. Bu farklılığın sonucunda kırsal alanlardan şe­hir merkezlerine daha çok gıda maddeleri ve sanayi hammaddeleri götürülürken, büyük sanayi bölgelerin­den Türkiye geneline sanayi ürünleri sevkiyatı yapıl­maktadır.
Türkiye’deki İç Ticarette Önemli Çekim ve Dağıtım Merkezleri
Büyük Şehirler
Büyük şehirler hem mal ve hizmet üreten hem de büyük miktarda tüketim yapan yerlerdir. İstanbul, İzmir, Anka­ra, Adana, Bursa, Gaziantep gibi şehirler bu grupta yer alır. Bu grupta yer alan İstanbul yurdumuzun en büyük iç ve dış ticaret merkezidir. Kent ulusal ve uluslararası organizasyonlarda, turizm etkinliğiyle, bankacılık, bor­sa, sanayi faaliyetleriyle Türkiye ekonomisine önemli katkı sağlamaktadır. Türkiye’de iç ticaretin % 40’ına sa­hip olan kent, ithalatın yaklaşık yarısını, ihracatın % 60’ını gerçekleştirir.
Ülkemizin İstanbul’dan sonra en önemli ticaret merkezi İzmir’dir. Tarım potansiyelinin fazla olması, modern bir limana sahip olması, sanayi etkinliğinin artış gösterme­si kenti önemli bir ticaret merkezi haline getirmiştir. Uluslararası ölçekli İzmir Enternasyonal Fuarı’nın her yıl kentte kurulması, izmir Ticaret Borsasfnın faaliyetleri kentin ticaret potansiyelini artırmaktadır.
Orta Büyüklükteki Şehirler
Bu şehirlerin etki alanları daha sınırlıdır. Bulundukları bölgede üretilen malların toplandığı ve diğer merkezle­re gönderildiği veya büyük şehirlerden gelen malların bölge geneline dağıtımının yapıldığı şehirlerdir.
Kayseri, Konya, Malatya, Erzurum, Gaziantep, Samsun, Trabzon, Mersin, Adana bu özellikteki merkezlerdir.
Sanayi Faaliyet Bölgeleri
Büyük sanayi tesislerinin bulunduğu merkezler ticari açıdan cazibe merkezleridir. (Örnek: Batı Karadeniz’de Karabük ve Ereğli, Marmara’da İzmit ve Adapazarı gibi). Bu bölgelerde üretilen sanayi ürünlerinin bir kısmı iç pa­zarlarda bir kısmı da dış pazarlarda alıcı bulurken, yer­leşmeler ekonomik faaliyetlerine bağlı olarak göçle bü­yür ve tüketimleri artar.
Turizm Bölgeleri
Turizm faaliyetlerine bağlı olarak artan tüketim talebi bazı yerleşmeleri önemli ticaret merkezlerine dönüştür­mektedir. (Örnek: Marmaris, Kuşadası, Bodrum gibi).
Hal : Genellikle yaş meyve ve sebzenin satışa sunulduğu ve her gün alış veriş yapma olanağı olan yerler.
Pazar : Haftanın belli günlerinde üretici ile tüke­ticiyi buluşturan alanlar.
Panayır: Yılın belli günlerinde kurulan ve pazar­lar gibi sergi usulü satış yapılan yerlerdir.
Fuar : Sanayi, tarım, ticaret, turizm alanında ta­nıtımların yapıldığı, farklı bölge ve ülkelerin üre­ticileriyle tüketicilerinin buluştuğu yerlerdir.
Dış Ticaret
Ülkeler arasında çeşitli mal ve hizmetlerin alınıp satıl­masına dış ticaret denir. Bir ülkenin başka ülkelerden mal almasına ithalat (dış alım), başka ülkelere mal sat­masına ihracat (dış satım) denir.
1980’den önce Türkiye’nin ihracatında daha çok tarım ürünlerinin (fındık, incir, üzüm, pamuk, tütün gibi) yer al­dığı, ithalatında ise sanayi ürünlerinin (makine, ulaşım araçları, elektrikle aletler) bulunduğu görülür.
1980’den sonra serbest piyasa ekonomisine geçişle bir­likte ihracata yönelik sanayileşme politikaları uygulan­mıştır.
1996 yılında Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesiyle AB’den alınan sanayi ürünlerinde artış olmuştur. Bu du­rum sanayicimizi zor durumda bıraksa da oluşan reka­bet ortamı zaman içinde sanayi ürünlerimizin kalitesinin artmasına olanak sağlamıştır.
Türkiye’nin İhraç Ettiği Başlıca Ürünler Madenler
Krom, bakır, çinko, feldspat, mermer, manyezit, bor, civa, demir.
Tarım, Ormancılık ve Hayvancılık Ürünleri
Tahıllar, yağlı tohumlar, yaş sebze ve meyveler, kuru meyveler, fındık, tütün, pamuk, zeytin, ağaç ve orman ürünleri, canlı hayvan ve hayvansal ürünler.
Sanayi Ürünleri
Ulaşım araçları, tekstil ve dokuma ürünleri, elektrikli ve elektronik ürünler, mobilya, cam, seramik, çimento, gıda sanayi ürünleri, maden sanayi ürünleri (işlenmiş çeşitli metaller) dayanıklı ev aletleri.
> İlaç ve kimyasal ürünler
>Tropikal meyveler
>Optik araçlar, ölçü aletleri, saat, silahlar

Türkiye’de Ulaşım Sistemlerinin Gelişimi

Ulaşım; İnsanın, eşyanın, bilginin vb. bir yerden başka bir yere gitmesi, taşınması ve iletilmesi olarak tanımlanabilir. Ulaşım sistemleri kara yolu, deniz yolu, hava yolu ve demir yolu ulaşımı olmak üzere ulaşım dört ana bölüme ayrılır. Ayrıca boru hattı ulaşımı ve İnternet diğer ulaşım sistemleridir. Bir ülkenin hem kendi sınırları içinde hem de dünya ülkeleri ile bağlantısını sağlayan en önemli hizmet sektörü ulaşımdır.
Ulaşım sektörü, ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeylerinin belirlenmesinde önemli göstergelerden birisidir. Ulaşım, üretim merkezleri ile tüketim merkezleri arasında ticaretin gelişmesini sağlar. Eski dünya karalan arasında doğal köprü niteliğinde önemli bir geçit konumuna sahip Anadolu topraklarından tarih boyunca önemli yollar geçmiştir. Eski ticaret yolları, ülkemizin yeryüzü şekillerine bağlı olarak uzanmıştır.
Ancak Anadolu’daki bu yolların uzanışında her çağın kültürünün, teknik imkânlarının, o zamanki bitki örtüsü ve doğal kaynaklarının da etkisi olmuştur. Örneğin, Anadolu’da Hititler döneminde yollar, şimdiki Boğazköy (Hattuşaş), Alişar ve Alacahöyük gibi kavşak noktalarından geçiyordu.
Kayseri yakınındaki Kültepe üzerinden Diyarbakır’a ve Mezopotamya’ya, Suriye ve Mısır taraflarına yollar uzanıyordu. En iyi bilinen örneklerden biri de tarihî İpek Yolu’dur.Bu yolları kontrollerinde tutan devletler daima sosyal ve ekonomik bakımdan güçlü devletler olmuşlardır.Anadolu’da Selçuklular ve Osmanlılar devrinde birçok yollar, köprüler, yol boylarında kervansaraylar ve hanlar yapılmıştır.
Anadolu tarihine baktığımızda, kıyılarımızda kurulan güçlü devletlerin ortak özellikleri denizcilikte çok gelişmiş olmalarıdır.
Ulaşım Üzerinde Etkili Olan Faktörler
Doğal Faktörler
Coğrafi Konum
Ulaşım Üzerinde Etkili Olan Faktörler
Coğrafi konumu nedeniyle ülkemiz toprakları, üç kıtanın (Avrupa, Asya ve Afrika) birleştiği noktada yer alır ve bu kıtalar arasında doğal köprü görevi üstlenir.
Bu konumundan dolayı Türkiye, geçmişten günümüze kadar önemli yolların kesiştiği yer olma özelliği kazanmıştır. Bu Özelliği nedeniyle Avrupa, Kafkasya, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’yu birleştiren kara yolu, demir yolu, deniz yolu ve hava yolu ile enerji taşımacılığında Türkiye merkez konumundadır.
Yeryüzü Şekilleri
Ülkemizin yüksek ve engebeli bir topografyaya sahip olması, kara yolu ve demir yolu yapım maliyetlerinin yüksek olmasına; yolların akarsu vadileri, çöküntü alanları, plato yüzeyleri veya su bölümü hatlarını takip etmesine neden olmuştur. Yurdumuzda yükseltinin az olduğu ovalar ve alçak platolar ulaşımın geliştiği alanlar olarak dikkati çekerler.Kuzey Anadolu Dağları, Toroslar ve Doğu Anadolu’nun yüksek, engebeli, dağlık morfolojisi kara yolu ve demir yolu ulaşımını zorlaştıran doğal coğrafi faktörlerdendir.
Kara ve demir yollarımız genel olarak dağ sıralarının uzanışına uygun bir coğrafi dağılış gösterir.

İklim
Yurdumuzun iç kesimlerindeki karasal iklim koşulları, sadece kara yolu ulaşımında değil aynı zamanda hava yolu ve demir yolu ulaşımında da etkili olan doğal coğrafi faktörlerden biridir.
İnşaat ve işletme maliyetlerinin artması, ulaşım hizmetlerinin kesintiye uğraması ile ortaya çıkan ekonomik kayıplar bu coğrafi faktörlerin sonuçlarından bazılarıdır.
İklim faktörü kıyılarımızdaki deniz ulaşımı üzerinde de önemli rol oynamaktadır.
Rüzgâr, yağış, sis ve sıcaklık gibi iklim elemanlarının ulaşım üzerindeki etkileri yılın her mevsiminde görülmektedir.
Beşerî ve Ekonomik Faktörler
Sanayileşme, teknoloji düzeyi, sermaye ve insan gibi beşerî ve ekonomik faktörler, ulaşım sistemlerinin gelişimi üzerinde doğrudan etkin rol oynamaktadır.
Ülkelerin farklı beşerî ve ekonomik faktörlere sahip olmaları, ulaşım türleri ve hizmetlerinin de farklılık göstermesine neden olmaktadır.
Ulaşım Sistemlerimizin Gelişimi
Ulaşım sistemleri, bir ülkede başta ekonomi olmak üzere sosyal ve kültürel faaliyetlerin canlanmasında önemli rol oynar, ulaşımın Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tarihî gelişimi iki döneme ayrılır.
Cumhuriyet Öncesi Dönemde Demiryolları
Ülkemizde ilk demir yolu yapımına 19.yy’ın son dönemlerinde başlanmıştır.
Ülkemize demir yolunun ilk girişi 19. yüzyılın son dönemlerinde olmuştur.
Başta Almanya, İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya, Rusya gibi devletler farklı nedenlerle ülkemizde demir yollarının gelişimine öncülük etmişlerdir.
Bu dönemde demir yollarının uzunluğu 4000 km’yi aşmıştır.
Bu uzunluk günümüzde ülkemizde bulunan demir yollarımızın yaklaşık yarısına eşittir.
1923 ile 1950 Yılları Arasında Demiryollarının Ağırlıklı Olduğu Dönem
Cumhuriyet öncesinde demir yollarının büyük bir kısmı Konya-Ankara hattının batısında iken Cumhuriyet Döneminde yapılan yatırımların büyük bölümü doğuya kaydırılmıştır.
1925 yılında yapılan ilk Demir Yolu Kongresinde alınan kararlar gereği demir yolu yapımında; doğal kaynaklar, üretim merkez­leri ve pazar alanlarının bulunduğu yerlere öncelik verilmiş böylece ekonomiyi canlandıran bir ulaşım sis­temine geçilmiştir.Demir yolu ulaşımında bu ilerlemeler yaşanırken kara yolu yapımında büyük bir gelişme kaydedilememiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nden bugünkü ulusal sınırlarımız içinde kalan 18.350 km’lik bir kara yolu ağı devralmıştır.1923-1929 yılları arasında da 1.500 km civarında yol yapımı gerçekleştirilmiştir.
Demir yollarındaki hızlı ilerleme 1940 yılına kadar sürmüş ve 1940-1950 yılları arasında ise tam bir durgunluk dönemine girilmiştir.Bu durgunlukta II. Dünya Savaşı’nın ve dünya oto­motiv sanayisinde pazar payının % 80’ini elinde bulunduran ABD’nin etkisi büyüktür.
1950’den günümüze kadar olan dönem
1950’den sonraki yıllar kara yolunun demir yoluna karşı üstünlüğünü kabul ettirdiği yıllar olmuştur.
Başta ülke içerisinde otomotiv sanayisinin montaj yoluyla da olsa kurulması gibi faktörler kara yolu taşı­macılığının beklenenin çok üstünde gelişmesine neden olmuştur.
Ayrıca bugün ulaştırma sistemleri arasında kara yolu ile yapılan yük taşımacılığında 90, yolcu taşımacılığında da 95 gibi dengesiz bir dağılımın oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Sonuç olarak cumhuriyetin ilk yıllarında demir yollan yapımına verilen öncelik 1950 yılından itibaren yerini kara yolları yapımına bırakmış, bu durum planlı dönemde de devam etmiştir. 1980 sonrası dönemde ise otoyol yapımına hız verilmiş, kara yoluna yapılan yatırımlar öncelik kazanmıştır.
1950Tli yılarda demir yolu ve kara yolunun yolcu taşımacılığındaki payı birbirlerine yakın iken (Kara yolu 49,9 ve demir yolu % 42,0) 2000 yılında kara yolunun payı % 95’e çıkmış, demir yolunun payı ise % 3’e kadar düşmüştür.Bu gelişmelerden olumsuz olarak en çok etkilenen ulaşım sistemi deniz yolu taşı­macılığı olmuştur.1950 yılında deniz yolunun yolcu taşımacılığındaki payı 7,5 iken, bugün bu pay giderek azalmaktadır.


Kara Yolu
Kara yolu ulaşımı, gerek yolcu gerekse yük taşımacılığı açısından Türkiye’de ilk sıradadır. Osmanlı Devleti döneminden kalan kara yolu uzunluğunun yaklaşık 18.300 km olduğu bilin­mektedir.Cumhuriyetin ilk yıllarında kara yolu yapımına önem verilmiştir.
Bunun sonucunda 1938 yılın­da kara yolu uzunluğu 38.800 km’ ye ulaşmıştır. 1950 yılında Kara Yolları Genel Müdürlüğü kurulmuş ve bu tarihten itibaren kara yolu yapımına daha fazla önem verilmeye başlanmıştır. Kara yolu uzunluğu 1955 yılında 55.000 km, 2006 yılında ise yaklaşık 62.000 km’ ye ulaşmıştır Türkiye’nin bulunduğu bölgede uluslararası taşımacılıkla ilgili projeler planlanmıştır, ülkemiz ile bağlantılı uluslararası kara yolu projelerinin başında Uluslararası E-yolları ağı, TEM (Trans European Motorway), Karadeniz Ring Koridoru ve İpek Yolu gelmektedir.
Deniz Yolları
Ulaşım sistemlerinin birleşme noktası olan limanlar, ülkelerin dünyaya açılan kapısıdır. Gemilerle gelen yüklerin kara yoluna, demir yoluna veya daha küçük deniz taşıtlarına boşaltıldığı, kara yoluyla gelen yükün başka yerlere gönderilmek üzere yüklendiği, yolcunun inip bindiği yerlerdir.
Üç tarafı denizlerle çevrili olan ve İstanbul ve Çanakkale Boğazı gibi önemli su yolu geçişlerine sahip ülkemizde deniz yolu ile yük ve yolcu taşımacılığı Kabotaj Kanunu’nun (1 Temmuz 1926) kabul edilme­siyle gelişmeye başlamıştır. Ülkemizde 1933-1939 yılları arasında deniz yolu işletmeciliğinde devlet sek­törü hâkim durumda iken 1950’li yıllara doğru özel sektör etkin olmaya başlamış hatta şilepçilik alanın­da devlet sektörünü geçmiştir. 1950’den sonra deniz taşımacılığında dikkat çekici gelişmeler olmuştur. 1954 yılında Denizcilik Bankası, Türk denizciliğinin planlı ve devlet eliyle geliştirilmesi amacıyla kurul­muştur.
Türkiye kıyılarındaki İstanbul, İzmit, İzmir, Bandırma, Mersin, İskenderun, Samsun gibi limanlar kara ve demir yolu ağlarının etkisi ile ulaşım fonksiyonları üst düzeyde etkin olan limanlarımızdır.
MARMARAY PROJESİ
Dünyadaki en önemli projelerden biri olan Marmaray Projesi (Harita 3), İstanbul’un kentsel yaşantısını sağlıklı sürdürebilmesi, kentlilere çağdaş bir kent yaşamı ve kentsel ulaşım imkânları sunabilmesi, kentin doğal tarihî özelliklerinin korunabilmesi için elektrik enerjisi kullanarak çevreyi kirletmeyen bir projedir.
Marmaray Projesi, 1985 yılında İstanbul’un genel trafik sisteminin bir parçası olarak planlanmıştır. Hâlen yapım aşamasında olan Metro Projesi, bu sistemin çok önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu iki proje tamamlandıktan sonra Yenikapı İstasyonu, İstanbul’un Avrupa yakasındaki en önemli aktarma istasyonlarından biri hâline gelecektir; Asya yakasında ise Üsküdar İstasyonu aynı öneme sahip olacak ve aynı işlevi görecektir. Her iki istasyonda, otobüs yolcuları, feribot yolcuları, hafif raylı sistem trenlerini (HRS) ve tramvay hatlarını kullanan yolcular ve yayalar için gerekli aktarma tesisleri bulunacaktır.
İstanbul’un kent içi ulaşım sorununa toplu taşımacılıkla köklü bir çözüm getirmeyi amaçlayan bu proje kapsamında, Avrupa yakasındaki Halkalı’dan Anadolu Yakası’ndaki Gebze’ye kesintisiz, çağdaş, yüksek kapasiteli, hızlı, çevre ve tarihî dokuyu tahrip etmeyen, diğer ulaşım sistemleriyle entegrasyonlu 76,3 km uzunluğunda bir metro inşa edilecektir.
Marmaray, bir dünya kenti olan İstanbul’un sadece kent içi ulaşım sorununa köklü çözüm getirmesi açısından değil, İstanbul’un tarihî ve doğal güzelliklerinin korunması, demir yolu ulaşım sisteminin gelişmesi, ülkemizin stratejik konumu açısından da önem taşımaktadır. Avrupa Birliği’nin hızlı tren ağlarıyla uyumu yönünde önemli bir adım olan Marmaray, Ankara-İstanbul Hızlı Tren, Kars-Tiflis Projeleri gibi projelerin gerçekleştirilmesiyle birlikte, Avrupa’dan Asya’ya, batıdan doğuya kesintisiz, hızlı, ekonomik bir demir yolu bağlantısı sağlayacaktır.
Hava Yolları
Türkiye; kara, demir ve deniz yolu ulaşımlarında olduğu gibi, hava yolu taşımacılığında da önemli potansiyele sahiptir. Asya-Avrupa arasındaki taşımacılıkta Türkiye’nin hava sahası ile havaalanları strate­jik ve ekonomik Öneme sahiptir. Bu özelliğinden dolayı Asya-Pasifik bölgesindeki hava taşımacılığı açısından Türkiye, merkez ve geçiş hattı konumundadır.
Türkiye’de ilk hava ulaşımı 1933 yılında küçük per­vaneli uçaklarla başlamıştır. Bu amaçla 1933 yılında Havayolları Devlet İşletme Dairesi kurulmuş, bu daire 1938 yılında genel müdürlüğe dönüştürülmüş, 1956 yılında ise Türk Hava Yollan (THY) adını alarak iç ve dış hatlar yolcu, yük ve posta taşıma görevini üstlenmiştir. Günümüzde havacılık sektörü, özel hava yolu şir­ketlerinin katılımıyla ve artan yolcu kapasitesiyle büyük bir gelişme göstermektedir. İstanbul (Atatürk) (Fotoğraf 10) Ankara (Esenboğa) İzmir (Adnan Menderes) ve Antalya şehirlerimizdeki hava limanlarımız uluslararası standartlara sahiptir.
Ülkemizde özellikle son yıllarda doğal gaz ve ham petrol boru hattı yatırımlarına önem verilmeye başlanmıştır. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Akdeniz ve Avrupa’ya çıkışında Bakü-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi gerçekleşmiştir. Ayrıcı Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal gaz Boru Hattı Projelerinin hayata geçirilmesi yönünde gerekli çalışmalar yapılmaktadır (Harita 6). Bu projeler, Türkiye’nin bölge ülkeleri İçerisindeki stratejik önemini de artırmaktadır.
Türkiye, dünyanın bugüne kadar tespit edilmiş enerji kaynaklarının yüzde 70’inin bulunduğu Orta Doğu ve Hazar Denizi havzasına yakın bir coğrafyada yer almaktadır. Hazar Denizi petrol ve doğal gaz rezervlerinin taşınması açısından, Türkiye’nin doğusundan geçerek Akdeniz’e ulaşan güzergâh, en kısa, maliyeti düşük, teknolojik ve çevresel açıdan uygun ve güvenilir seçeneği oluşturmaktadır. Böylelikle Türkiye, Hazar petrol ve doğal gazının dünya pazarlarına güvenli bir şekilde taşınmasını kolaylaştıracak­tır. Diğer taraftan, bu kadar büyük miktarda petrolün, dar ve yoğun bir trafiğe sahip Türk Boğazlarından ‘ tankerlerle taşınması sürdürülebilir bir uygulama değildir.
Bu nedenle Türkiye; Hazar petrol ve doğal gaz rezervlerinin Batı’daki pazarlara taşınması yönünde­ki çabalarını, Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilebilmesi üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kafkasya ve Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayan boru hattı projeleri, bölgenin Batı’yla bütünleşmesi açısın­dan önemlidir. Güvenli ve ticari açıdan kârlı boru hatları, bölgenin istikrar ve refaha ulaşmasına yardım­cı olacaktır.
Boru Hatları Ulaşımı
Kalkınmanın en önemli unsurlarından biri de enerjidir. Enerjinin verimli kullanımı, günümüzde hızla yaşanan küreselleşme sürecinde enerji arz eden ülkelerle talep merkezlerinin çeşitli taşıma yolları ve boru hatlarıyla birbirine bağlanmasını zorunlu kılmıştır. Dünyadaki önemli boru hatlarına bakıldığında, bunların Türkiye ve çevresinde yoğunlaştığı görülür. Bu durum, dünya petrol rezervlerinin 65’nin, petrol üretiminin de 30’unun Orta Doğu bölgesinde bulunması ile yakından ilgilidir, ülkemizin coğrafi konumu nedeniyle, Türkiye üzerinden geçecek uluslararası ham petrol ve doğal gaz boru hat­larının artması beklenmektedir.
Ülkemizde özellikle son yıllarda doğal gaz ve ham petrol boru hattı yatırımlarına önem verilmeye başlanmıştır. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Akdeniz ve Avrupa’ya çıkışında Bakü-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi gerçekleşmiştir. Ayrıcı Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal gaz Boru Hattı Projelerinin hayata geçirilmesi yönünde gerekli çalışmalar yapılmaktadır (Harita 6). Bu projeler, Türkiye’nin bölge ülkeleri İçerisindeki stratejik önemini de artırmaktadır.
Türkiye, dünyanın bugüne kadar tespit edilmiş enerji kaynaklarının yüzde 70’inin bulunduğu Orta Doğu ve Hazar Denizi havzasına yakın bir coğrafyada yer almaktadır. Hazar Denizi petrol ve doğal gaz rezervlerinin taşınması açısından, Türkiye’nin doğusundan geçerek Akdeniz’e ulaşan güzergâh, en kısa, maliyeti düşük, teknolojik ve çevresel açıdan uygun ve güvenilir seçeneği oluşturmaktadır. Böylelikle Türkiye, Hazar petrol ve doğal gazının dünya pazarlarına güvenli bir şekilde taşınmasını kolaylaştıracak­tır. Diğer taraftan, bu kadar büyük miktarda petrolün, dar ve yoğun bir trafiğe sahip Türk Boğazlarından ‘ tankerlerle taşınması sürdürülebilir bir uygulama değildir.
Bu nedenle Türkiye; Hazar petrol ve doğal gaz rezervlerinin Batı’daki pazarlara taşınması yönünde­ki çabalarını, Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilebilmesi üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kafkasya ve Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayan boru hattı projeleri, bölgenin Batı’yla bütünleşmesi açısın­dan önemlidir. Güvenli ve ticari açıdan kârlı boru hatları, bölgenin istikrar ve refaha ulaşmasına yardım­cı olacaktır.