Our social:

10 Nisan 2015 Cuma

Doğal kaynaklar ve İnsan Faaliyetleri

insanın doğal kaynakları keşfedip kullanmaya başla­masıyla birlikte çeşitli faaliyetler de ortaya çıkmıştır. Doğal kaynakların kullanımının yol açtığı sorunlar ol­duğu gibi bu kaynaklara bağlı olarak farklı iş kolları da oluşmuştur.
Örneğin; toprağın kullanılmasıyla birlikte çiftçilik, de­ğirmencilik, tarım aletleri sanayii, ziraat mühendisliği, ticaret gibi birçok iş alanı oluşmuştur. İnsan yaşamı için gerekli olan besinler üretilmiş ve yerleşmeler tarım alanların çevresinde yoğunlaşmıştır. Bu durum yeni ta­rım alanlarını açılması için ormanların, çayır ve mera alanlarını tahrip edilmesine yol açmıştır.
Yine suyun kullanılmasıyla birlikte balıkçılık, av aletleri sanayii, gemi yapımı, hidroelektrik santraller, su ürün­leri mühendisliği ve pazarlaması gibi iş alanları oluş­muştur. Suyun avlanmalar, tarım alanları, sanayi tesis­leri ve yerleşmelerde aşırı kullanımı beraberinde çevre sorunları oluşturmuştur. Bazı su canlıları yok olmuş ve ekosistemler zarar görmüştür.
Yukarıdaki örneklemeler ormanlar, madenler ve enerji kaynakları gibi doğal kaynaklar için de yapılabilir.


ARAZİ KULLANIMININ ÇEVRESEL ETKİLERİ
Doğal kaynakların kullanımının çevreye verdiği olum­suz etkilerin artmasında arazi kullanımındaki yanlışlık­ların önemi büyüktür. Plansız arazi kullanımının; top­rakların erozyona uğraması, buna bağlı olarak sel ve taşkınların oluşması, taşınan toprakların verimli arazi­leri, barajları, limanları doldurması, verimli toprakların çoraklaşması, kırsal kesimden kentlere göçlerin art­ması gibi birçok ekonomik, sosyal ve kültürel etkileri vardır. Bu durum doğal kaynakların bozulmasına ve ül­kelerdeki sürdürülebilir kalkınmanın tehlikeye girmesi­ne yol açmaktadır.Bütün bu olumsuzlukları engellemek için araziden ya­rarlanan tarım, ormancılık, hayvancılık, sanayi, yerle­şim ve ulaşım gibi sektörlerin çalışma alanlarının bir plan dahilinde belirlenerek arazi kullanım haritasında belirlenmesi gerekir.
A. ARAZİ PLANLAMASINDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR
-     Arazinin mevcut bitki örtüsü, toprak, yerleşme ve toprak durumunu gösteren ve gelecekteki duru­munu yönelik olan haritalar hazırlanmalıdır.
-     Hedef belirlenmelidir.
-     Arazi yetenek sınıflandırılmasıyla ilgili etütler yapıl­malıdır.
-     Doğal ve beşerî yapılarla ilgili riskler göz önünde bulundurulmalıdır.
-     Alt yapı çalışmalarına öncelik verilmelidir.
-     Bölge halkının ihtiyaçları göç önünde bulundur­malıdır.
-     Araziden en üst düzeyde verim almaya yönelik projeler geliştirilmelidir.
-     Uygulanacak projenin bölge halkı üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkileri tespit edilmelidir. Bunlar için alternatif çözümler üretilmelidir.
-     Projelerin doğaya olan olumsuz etkilerini en aza indirgeyecek çözümler üretilmelidir.
Uygulama aşamasına geçilmelidir.

B. ARAZİ PLANLAMASININ ÇEVRESEL ETKİLERİ
Arazi planlamasında çevresel etkilerin göz önünde bu­lundurulması, doğal kaynakların sürdürülebilir bir şe­kilde yararlanmak için gereklidir. Bu durum göz ardı edildiğinde, doğal ve beşerî yapılar büyük zararlara uğramaktadır. Örneğin, Konya şehrinin kuzey ve ku­zeydoğusunda kurulan organize sanayi bölgelerinin kurulmasında şehrin hakim rüzgâr yönü hesaba katıl­mamıştır. Konya'nın hakim rüzgâr yönün organize sa­nayi bölgelerinin bulunduğu kuzey ve kuzeydoğudan güney ve güneydoğu yönüne doğrudur. Bu durum, özellikle kış aylarında şehirdeki hava kirliliğini artır­maktadır. Sanayi bölgeleri şehrin güney ve güneydo­ğu tarafında kurulmuş olsaydı bu durum yaşanamayacaktı.
Yanlış arazi kullanımına diğer bir örnek ise Elazığ şeh­ridir. Şehirdeki çimento fabrikası, şehrin gelişme duru­mu hesaplanmadan verimli tarım arazileri üzerine 1955 yılında inşa edilmiştir. Ancak günümüzde nüfus artışıyla birlikte şehrin yerleşim alanı genişlemiş ve çi­mento fabrikası bugün şehir içinde kalmıştır. Buna bağlı olarak fabrikanın yaydığı tozlar hem insan sağlı­ğını hem de çevredeki tarım faaliyetlerini olumsuz etki­lemektedir.Sonuç olarak yanlış arazi kullanımı doğal bir felakete dönüşmektedir.
ENERJİ KAYNAKLAR
A. DOĞAL KAYNAKLAR SINIRSIZ MI?
Dünya nüfusunun hızlı bir şekilde artması ve teknolo­jideki gelişmelerle birlikte doğal kaynakların tüketimi de hızlanmaktadır. Ancak doğal kaynaklar sınırsız bir potansiyel sahip değildir. Özellikle sanayi için gerekli olan ham madde kaynakları niteliğindeki ormanlar, madenler ve enerji kaynakları rezervleri sınırlı olan tükenebilir nitelikteki kaynaklardır. Ülkelerin gelişmişlik düzeyinin göstergesi olan ağır sanayi kollarının (demir-çelik, maden ve makine sanayii.) gelişmesi bu tüketi­mi daha da hızlandırmıştır.
B.  ENERJİ KAYNAKLARI
Sanayi Devrimi'nden sonraki süreçte enerji kaynakla­rının ekonomideki önemi ve değeri artış göstermiştir. Bugün Dünya'daki enerji ihtiyacının yaklaşık büyük bölümü fosil yakıtlardan (kömür, petrol, doğal gaz, hayvan ve bitki artıkları), az bir bölümü de su gücü, nükleer enerji, rüzgâr gücü ve güneş enerjisinden kar­şılanmaktadır.
1. Nükleer Enerji
Uranyum gibi ağır radyoaktif atomların bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi veya ha­fif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması sonucu çok büyük bir miktarda eneji açı­ğa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir. Nükleer enerji nükleer santrallerde çeşitli işlemlerden sonra enerji elektriğe çevrilir.
Dünyadaki toplam elektriğin % 17si nükleer santral­lerden sağlanmaktadır. Bugün Dünya genelinde 442 adet nükleer santral bulunmaktadır. Elektrik üretimin­de nükleer enerjiden en fazla yararlanan ülke Fran­sa'dır. Ülkedeki elektriğin % 73'ü bu yolla sağlanmak­tadır.
2. Alternatif Enerji Kaynakları
Fosil yakıtların çevreyi kirletmesi, rezervlerinin sınırlı olması ve sanayideki gelişmelere bağlı olarak enerji ihtiyacının artması gibi nedenler, alternatif enerji kay­naklarına olan talebi artırmıştır. Güneş enerjisi, biyo-enerji, hidrojen, rüzgâr, jeotermal, dalga, gelgit ve hid­roelektrik enerji gibi alternatif enerji kaynakları, Dünya birincil enerji tüketiminin % 14'ünü karşılamaktadır.
a.Güneş Enerjisi
Güneş enerjisi, Güneş'in çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan ışıma enerjisidir. Bu enerji Güneş'teki hidrojen gazının helyuma dönüşmesi şek­lindeki füzyon sürecinden kaynaklanır.Güneş ener­jisinden yararlanma konusundaki çalışmalar özellikle 1970'lerden sonra hız kazanmıştır. Bu çalışmalar güneş enerjisinin önceleri ısıtmada yararlanılması yönünde olmuştur. Bu amaçla güneş kollektörleri icad edilmiştir. Bu araçlar güneş enerjisini toplayan ve bir akışkana ısı olarak aktaran çeşitli tür ve biçimlerdeki aygıtlardır.
Zamanla güneş enerjisinden elektrik elde edilmeye başlanmıştır. Üzerlerine güneş ışığı düştüğü zaman uçlarında elektrik gerilimi oluşan güneş pilleri icat edilmiştir. Güneş enerjisi son zamanlarda arabaların çalışmasında ve evlerde yemek pişirmede yararlanılan teknolojilerde de kullanılmaktadır.
Dünya'da güneş enerjisi kullanımı giderek yaygınlaş­maktadır. Örneğin, İsrail güneş enerjisinden her yıl 300 bin ton petrole eş değer enerji sağlanmaktadır. Bu de­ğer ülkenin birincil enerji ihtiyacının % 3'ünü karşıla­maktadır.
b.Biyoenerji
Bitkilerden veya biyolojik her türlü atıktan elde edilebilecek olan enerjiye genel olarak biyoenerji denilmektedir. Biyoenerji; biyokütle enerjisi, biyogaz ve biyodizel gibi çeşitli şekillerde kullanım biçimleri vardır.
Biyokütle Enerjisi:Güneş enerjisini fotosentez olarak depolayan bitkisel organizmalar biyokütle olarak ad­landırılır. Biyokütle enerjisi ise biyokütlenin yakılması ile elde edilen enerjidir. Kökeninde fotosentez ile kaza­nılan enerji yatar. Çevre dostu bir enerji kaynağıdır. Bu enerjinin elde edildiği başlıca kaynaklar; odun, yağlı tohum bitkileri (kolza, ayçiçeği, soya), karbonhidratlı bitkiler (patates, buğday, mısır, pancar), elyaf bitkileri (keten, kenevir vb.) protein bitkileri (baklagiller), bitki­sel atıklar (dal, sap, saman, kök, kabuk), evsel atıklar, sanayi atıkları ve hayvansal atıklardır.
Biyogaz (Biyomass) Enerjisi:Organik kökenli atıkla­rın ve artıkların oksijensiz ortamda fermantasyonu so­nucu ortaya çıkan renksiz, kokusuz, havadan hafif, parlak mavi bir alevle yanan ve bileşimininde organik maddelerin bileşimine bağlı olarak yaklaşık; % 40 - 70 metan, % 30 - 60 karbondioksit, % 0 - 3 hidrojen sül­für ile çok az miktarda azot ve hidrojen bulunan bir gaz karışımdır.
Biyogazın;
      Ucuz ve çevre dostu bir enerji ve gübre kaynağı olması,
      Hayvansal gübrenin kokusunu ve gübre içinde bulunan tarımsal üretim için zararlı olan yabancı bitki tohumlarını yok etmesi,
      Hayvansal gübre içinde bulunan ve insan sağlığın tehdit eden etmenleri yok etmesi,
      Üretimden sonra kalan atıkların organik gübre olarak kullanımının devam etmesi
gibi yararları vardır.
Biyodizel:Kolza (kanola), ayçiçek, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen yağların veya hayvansal yağların bir katalizatör eşliğinde kısa zincir­li bir alkol ile reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve ya­kıt olarak kullanılan bir üründür. Evsel kızartma yağla­rı ve hayvansal yağlar da biyodizel hammaddesi ola­rak kullanılabilir, içinde petrol bulunmayan bu yakıt, saf olarak veya her oranda petrol kökenli dizelle karış­tırılarak yakıt olarak kullanılabilmektedir.
c.Hidrojen Enerjisi
Doğada saf olarak bulunamayan hidrojen, sularda ok­sijenle bileşik hâlde bulunur. Çeşitli yöntemlerle elde edilebilen bu gaz, yenilenebilir bir yakıttır. Yakıtlar içe­risinde çevresel açıdan en temiz olan enerji kaynağı­dır. Birincil enerji kaynakları kullanarak hidrojen üreti­lip, bunun gereksinim duyulan yerlere iletilerek çeşitli yöntemlerle enerjiye çevrilmesine hidrojen enerji sis­temi denir.
Hidrojen petrol ve doğal gaz gibi yakıt olarak kullanı­labildiği gibi, havadaki oksijenle birleştirilerek elektrik üretiminde de kullanılabilmektedir. Hidrojen yakıtının en önemli kullanım alanı ulaşım sektörü (otomobil, otobüs, uçak, tren ve diğer taşıtlar) olmaktadır. Hidro­jen hâlen bir yakıt olarak uzay mekiği ve roketlerde kullanılmaktadır. Düşünülen diğer kullanım yerleri ise mobil uygulamalar (cep telefonu, bilgisayar, vs) ve yerleşik uygulamalar (yedek güçüniteleri, uzak me­kanlarda güç gereksinimi, vs) dır.
d. Rüzgâr Enerjisi
Rüzgar enerjisi, mekanik güç (yel değirmeni, su pom­paları vb) olarak kullanıldığı gibi, bir jeneratör aracılığı ile rüzgarın mekanik enerjisi elektrik enerjisine de dönüştürülebilen bir enerjidir.
19 yüzyıl sonlarına kadar insanlar rüzgârdan mekanik güç olarak yararlanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında (1890 yılında) Danimarka'da rüzgârın kinetik enerjisi, bir jen­eratör ile elektrik enerjisine dönüştürülmüş ve bu sis­tem rüzgar türbini olarak adlandırılmıştır. Böylece elek­trik üretiminde rüzgâr enerjisinden yararlanılmaya başlanmıştır.
Bugün, Dünya'da elektrik dağılım hatlarına bağlı olan toplam rüzgar türbinlerinin kapasitesi 40 000 MW tır. Örneğin,Hollanda'da toplam rüzgar türbini kapasitesi 2005 yılında 1000 MW iken ülkemizde ise 20 MW ol­muştur. Yapılan araştırmalarda, Dünya genelinde bir yılda elde edilebilecek rüzgâr enerjisinin 2 milyar 100 ton petrole eş değer olduğu tahmin edilmektedir.
e.Jeotermal Enerji
Jeotermal kelime anlamı olara yer ısısı demektir. Jeo­termal kaynaklar ise yer kabuğunun çeşitli derinlikle­rinde birikmişısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sı­cak su, buhar ve gazlardır. Jeotermal enerji ise jeoter­mal kaynaklardan doğrudan veya dolaylı her türlü ya­rarlanma şekilleridir.
Jeotermal enerjiden ısıtmada, sanayide, tarımda ve elektrik üretiminde yararlanılmaktadır. Bugün Dünya üzerindeki jeotermal enerji kapasitesinin 7 000 MW ol­duğu tahmin edilmektedir.
Jeotermal enerji kullanımında en önde gelen ülkelerin başında İzlanda gelmektedir. Ülkede konutların % 85'inin ısıtılmasında jeotermal enerjiden yararlanılmak­tadır. Yine ülkenin bazı bölgelerinde yolların ısıtılma­sında bu enerjiden yararlanılmaktadır, İzlanda'nın yanı sıra Yeni Zelanda ve ABD gibi ülkelerde jeotermal enerjiden özellikle sanayi tesislerinde yararlanılmakta­dır. Dünya'nın jeotermal kaynak potansiyeli en yüksek ülkelerinden biri de Japonya'dır. Ülkede bu kaynakla­rın kullanımı her geçen gün artmaktadır.
f.Dalga ve Gelgit Enerjisi
Yenilebilir enerji kaynakları arasında yer alan dalga enerjisinin yapılan araştırmalarda diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından daha avantajlı olduğu saptan­mıştır. Örneğin 1 kw lık elektriğin için güneş enerjisin­den üretimi için 10 metrekarelik, rüzgâr enerjisinden üretimi için 2 metrekarelik ve dalga enerjisinden üreti mi için ise 1 metrekarelik alana ihtiyaç duyulmaktadır. Bu değerlerle Dünya'daki okyanusların toplam kıyı uzunluğunun gücünün 4 milyar kwh olduğu tahmin edilmektedir. Bu değer Dünya'daki tüm su gücünün 7 katından fazladır.Dünya'da gelgit ve dalga enerjisinin zengin olduğu yerler; İskoçya'nın batı sahilleri, Kanada'nın kuzeyi, Güney Afrika, Avustralya, ABD'nin kuzeydoğu ve kuzeybatı sahilleri olarak görülmektedir.Fransa'nın, Manş Denizi kıyısında 240 mwh lık bir dalga enerjisi santrali mevcuttur. Yine aynıülkedeki Rance Halici'nde, 240 mwh lık güce sahip tesiste gel­git enerjisinden elektrik üretilmektedir.
Dalga ve gelgit enerjisi; elektrik santrallerinin deniz yüzeyinde kurulması nedeniyle yerleşim ve tarım alan­larını etkilememesi, çevre kirliliği oluşturmaması, sürekli ve temiz enerji sağlaması gibi yararları vardır. Ancak dalga ve gelgit enerjilerinin kullanılması yönün­deki tesislerin diğer enerji türlerine göre pahalı olması dezavantaj olarak görülmektedir.
g.Hidroelektrik Enerjisi
Hidroelektirk enerji, yenilenebilir enerji kaynaklarının başında gelmektedir. Temel olarak nehirlere karışan yağmur suyu ya da eriyen kar, su enerjisine dönüştü­rülebilmektedir. Buna en iyi örnek barajlardır. Su topla­ma havzalarında bırakılan sular akar ve türbinleri dön­dürür, bu türbinlere bağlı olan jeneratörlerle elektrik üretir. Baraj inşa edildikten sonra, hidroelektrik enerji­si, maliyeti düşük olan bir enerji yöntemidir. Çevre kir­liliğine neden olmayan bu enerji türünün dezavantajı akarsu ekosistemleri üzerindeki etkileridir. Ancak yine de hava kirliliğine yol açmaması, ucuz ve sürekli olma­sı nedeniyle tercih edilen bir enerji türüdür.
Hidroelektrik enerjisi sayesinde Dünya'nın enerji ihti­yacının yaklaşık % 17'si karşılanmaktadır. Bu enerjiden en fazla yararlanan ülke durumundaki Norveç, enerji ihtiyacının % 99'unu hidroelektrik santrallerden karşı­lamaktadır.
KAYNAKLARIN KULLANIMI İLE ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR
A. KAYNAKLARIN ÇEVREYE ETKİSİ
1. Termik Santrallerin Neden Olduğu Çev­resel Sorunlar
Farklı enerji kaynakları kullanılarak elektrik elde edilen termik santrallerden çevresel etkisi en fazla olanların başında kömürle çalışan santraller gelmektedir. Bu santrallerde kömürün yanması ile açığa çıkan karbon oksitler, azot oksitler, kükürt oksitler tüm canlılar üze­rinde zararlı etkilere sahiptir. Bu gazlar asit yağmurları sonucu doğal bitki örtüsü, canlılar ve binalara zarar vermekte sera etkisini artırarak Dünya ısısının artması­na da neden olmaktadırlar. Örneğin, Gökova termik santralinden yayılan baca gazlarının, Datça ilçesinin üzerine çöktüğü ve bu gazların 2000 metreye yakın yükseklikteki Bey Dağlarında bulunan ormanları etki­lediği ve bazı ağaçların kurumalarına yol açtığı görül­müştür.
Termik santrallerde soğutma, buhar elde etme ve te­mizleme gibi işlerde su kullanılmaktadır. Bu işlemlerde kullanılan su çok yüksek sıcaklıklarda ve çeşitli zararlı minerallerle karışık hâlde çevreye bırakılmaktadır. Bu sulara karışan demir ve cıva gibi ağır metaller canlı yaşamını tehdit etmektedir. Örneğin, cıvanın insan sağlığı üzerinde öğrenme yeteneğini, gelişmeyi ve si­nir sistemini olumsuz yönde etkilediği tespit edilmiştir.
2. Petrol ve Çevre
Ulaşım araçlarında, konutların ısıtılmasında ve sanayi­de kullanılan petrol aslında kullanımının her aşamasın­da doğaya zararlı olan bir enerji kaynağıdır. Petrolün sondajlanması, borularla taşınması sırasında meyda­na gelen sızıntılar, petrolün kullanımıyla çıkan karbon­dioksit ve petrol kazalarının yol açtığı kirlilik doğal den­geyi tehdit eden başlıca etkilerdir.Her yıl, milyonlarca galonluk petrol, rutin gemi ve ara­ba bakımlarından, denizlerdeki petrol platformlarından ve gemilerden denizlere akmaktadır. Bir petrol sızıntı­sının miktarının yanı sıra zararın büyüklüğü dökülen petrolün cinsi, yeri, hava sıcaklığı, mevsim ve rüzgar gibi etmenlere de bağlıdır.Dünya'da petrolün taşınmasında en büyük pay deniz taşımacılığına aittir. Bu nedenle denizlerde büyük tan­ker kazaları olmakta ve bu kazalar sonucu denizlere sızan petrol deniz ekosistemlerini yok etmektedir. Pet­rol, deniz yaşamı üzerinde canlıların tüy ve kürklerini kirleterek boğucu bir etkiye sahip olabilir. Petrol kuşla­rın ve memelilerin kendilerini temizlemeye çalışırken yuttukları zehirli bir maddedir. Dumanı ve gözle tema­sı etkilenmiş bölgelerde yaşayan insanlarda mide bu­lantısı ve sağlık sorunlarına neden olur. Petrolün öldür­mediği durumlarda bile, hemen göze çarpmayan ve uzun vadeli olumsuz etkileri olur. Örneğin, balık yu­murtalarına, larva ve yavru balıklara zarar vererek on­ların soylarını tüketir. Vücutlarında öldürücü miktarın altında petrol birikmiş balıkları yiyen yırtıcı hayvanlara (insanlar dahil) da geçerek besin zincirini bütünüyle etkileyebilir.
3. Nükleer Santrallerin Neden Olduğu Çev­resel Sorunlar
Nükleer santrallerin çevreye olan en önemli etkisi bu tesislerden sızan radyoaktif maddelerin etkileridir. Radyoaktif maddelerin yaymış olduğu elektronlar ha­vaya, toprağa, suya ve oradan da bitkilere ve besin zinciri yoluyla hayvanlara ve insanlara geçmektedir. Bu maddelerin en önemli özelliği canlıların hücre yapı­sını bozması ve kansere yol açmasıdır. Bu durumun ölümcül etkisi ise çok uzun bir sürede ortaya çıkmak­tadır. Örneğin, 1979'da ABD'deki Three Mile Island nükleer santralinde gerçekleşen ilk nükleer kaza sonucunda 600 bin kişi etkilenmiştir. Bölgedeki akciğer kanseri oranları yüzde 300, kan kanseri oran­ları yüzde 600 oranında artmış, hayvanlar ve bitkilerde genetik bozukluklar meydana gelmiştir.
Yine 1986 yılında Rusya'daki Çernobil nükleer santralinde meydana gelen kaza sonucunun etkileri de büyük olmuştur. Kuzey Yarım Kürede hemen her ülkede radyoaktif kirlilik görülmüştür. Olayın üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen, etkileri hâla sürmektedir.
Nükleer santrallerin soğutma işlemlerinde kullanılan suların çok yüksek sıcaklıklarda çevreye bırakılması da bu sulara maruz kalan canlıların ölmesine yol aç­maktadır.
4. Hidroelektrik Santrallerin Neden Olduğu Çevresel Sorunlar
Hidroelektrik santrallerin etkileri iki grupta incelenebi­lir. Barajların inşasında sosyal ve doğal çevre önemli boyutlarda etkilenmektedir. İnşaat faaliyetleri sırasında bitki örtüsü tahrip olmaktadır. Yerleşim alanları, tarım alanları ve tarihi zenginlikler baraj suları altında kal­maktadır. Bu durum yeni yerleşim alanlarının taşınma­sı sorunun ortaya çıkarmaktadır.Hidroelektrik santrallerin işletilme aşamasında ise akış aşağı bırakılacak su miktarının ayarlanması ve projede belirtilen seviyede tutulması, akarsu ekolojik dengesi­ni etkilemektedir. Yine baraj gölünün geniş bir buhar­laşma yüzeyine sahip olması buharlaşmayı artırmakta­dır. Barajın kurulu olduğu bölgenin ikliminde değişme­ler olmaktadır.
5. Madenciliğin Çevre Kirliliğine Etkileri
Maden çıkarmaya yönelik yer altı ve yer üstü işletme­ler arazi yapısını bozmaktadır. Böylece toprak profili bozulmakta bu durum ekolojik dengeyi etkilemektedir. Ormanlar, tarım alanları, akarsular ve buralarda yaşa­yan canlılar zarar görmektedir.
Maden işletmelerinden çıkan maden atıkları (siyanür, baca gazları, arsenik, cıva, kurşun vs.) kontrol edilme­diği taktirde telafisi olmayan kalıcı zararlar vermekte­dir. Bu zararlı maddelerin toprakta birikmesiyle toprak zamanla canlılığını yitirmekte ve çorak hâle gelmekte­dir, işletmelerin bulunduğu yerlerde hava ve su kirliliği de oluşmaktadır.

Maden işletmelerinin bulunduğu bölgelerde doğal ve tarihsel dokuyu bozulmakta, bu da turizm faaliyetlerini olumsuz etkilemektedir.

0 yorum:

Yorum Gönder